top of page

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMESİ



Hazırlayan: Av. Dr. Serkan Cengiz Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi

Şubat 2024 / Ankara

KHK’ LAR İLE OHAL İLANINA SEBEP OLAN VAKALARLA BİR İLGİSİ BULUNMADIĞI BİLİNEN PEK ÇOK KİŞİ VEYA KURULUŞ ANAYASA VE AİHS TARAFINDAN GARANTİ ALTINA ALINAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERE AYKIRI BİR ANLAYIŞLA BİR DİZİ İDARİ VE ADLİ YAPTIRIMLARA TABİ TUTULMUŞTUR

Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (OHAL KHK) ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olağan mevzuat büyük ölçüde sınırlandırılmış, sadece darbe teşebbüsünün planlayıcısı ve uygulayıcısı olduğu belirtilen yapının resmî ve sivil toplum faaliyetlerini yürüten üyeleri veya bu yapının sempatizanları değil, OHAL ilânına sebep olan vakalarla bir ilgisi bulunmadığı bilinen pek çok kişi veya kuruluş, Anayasa ve AİHS tarafından garanti altına alınan hak ve özgürlüklere aykırı bir anlayışla bir dizi idari ve adli işlem ile yaptırımlara tabi tutulmuştur.2

 (2 Hüsnü Öndül, OHAL KHK’ları ve İnsan Hakları Mücadelesine Etkileri, İnsan Hakları Derneği, 2021, https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2022/06/OHAL-KHKlar%C4%B1-Raporu. pdf, (17.01.2024).)

Olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK’ler ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirilmiştir.(3) 23.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi ile kurulan (anılı KHK, TBMM’de kabul edilerek 7075 sayılı Kanun adını almıştır) ve 22.05.2017 tarihinde göreve başlayan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHİİK), kendisine yapılan 127.292 başvuru hakkında (17.960 kabul ve 109.332 ret kararı olmak üzere) karar tesis etmiştir.

(3 Olağanüstü Hal İşlemleri Faaliyet Raporu (2017-2022), https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/ docs/OHAL_FaaliyetRaporu_20172022.pdf, (17.01.2024), s.1, para.4; Dinçer, s.2.)

Anayasa tarafından garanti altına alınan bir dizi temel hak ve özgürlüğün ihlaline yönelik olağanüstü hâl dönemi kaynaklı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine sunulan yakınmalar ağırlıklı olarak, başta tutuklama olmak üzere bir dizi koruma tedbirinin usul ve kanuna aykırı olarak uygulanması ile darbe teşebbüsü öncesindeki bazı tutum ve faaliyetlerin Anayasa m. 36 ve m. 38’e aykırı olarak “terör suçu” ve “terör örgütü üyeliği/yöneticiliği” suçlamasına dayanak yapılması (adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların geriye yürümezliği/kanuniliği ilkelerinin ihlali) şeklinde kümelenmiştir. . (4)

(4 Bu döneme ilişkin olarak iş akdinin feshi (Pişkin/Türkiye, B. No:33399/18, 15.12.2020); kullanımı bir terör örgütüne münhasır olmayan şifreli bir mesajlaşma sisteminin aktif olarak kullanılmasına ilişkin ve bu örgüte mensubiyete dair makul şüpheyi haklı çıkarmak için yetersiz iddialar (Akgün/Türkiye, B. No:19699/18, 20.07.2021); 15.07.2016 öncesindeki bir kısım paylaşımların, geriye dönük olarak suçu ve suçluyu övme olarak değerlendirilmesi (Yasin Özdemir/Türkiye, B.No: 14606/18, 07.12.2021) gibi meseleler de AİHM önüne gelmiştir)

Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararı AİHM’nin en üst yargı birimi olan 17 hâkimden müteşekkil Büyük Dairesi tarafından karara bağlanmış olup, Fethullahçı Terör Örgütü/Para[1]lel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu iddia edilen ve iç hukuktaki yargılama neticesinde örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûm edilen kişiler açısından yürütülen ceza yargılamasının bütününü konu edinen ilk karar özelliği taşımaktadır.

AİHM, AKGÜN/TÜRKİYE7 KARARINDA TUTUKLAMA KORUMA TEDBİRİ BAKIMINDAN SADECE BYLOCK UYGULAMASI KULLANIMININ, TUTUKLAMA ANINDA BAŞVURUCU HAKKINDA TUTUKLAMA TEDBİRİNİN TESİSİ BAKIMINDAN MAKUL ŞÜPHEYE DAYANAK TEŞKİL ETMEYECEĞİNE KARAR VERMİŞ;

Bu kapsamda AİHM, Akgün/Türkiye (7 ) kararında tutuklama koruma tedbiri bakımından sadece Bylock uygulaması kullanımının, tutuklama anında başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin tesisi bakımından makul şüpheye dayanak teşkil etmeyeceğine karar vermiş; anılı uygulama kullanılarak gönderilen mesajların içeriğinin, gönderildikleri bağlam ile desteklenmesi gerektiğini, aksi hâlde salt şifreli haberleşme uygulamasının kullanımının tek başına suç eyleminin ispatı açısından yeterli olamayacağını belirtmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, anılı başvurucu özelinde AİHS m. 5 hükmünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Yine Mahkeme Taner Kılıç/Türkiye (No.2) (8) kararında Bylock uygulamasının kullanıldığı iddiası dışında geçmişte yasal olan bir yayına abone olunması;

(7 Akgün/Türkiye, B.No:19699/18, 20.07.2021.

8 Taner Kılıç/Türkiye (No:2), B.No:208/18, 31.05.2022.)

Kız kardeşinin böyle bir yayından sorumlu kişiyle olan evlilik bağı; çocuklarının, olay zamanında yasal olarak faaliyet gösteren ancak daha sonra OHAL KHK’siyle kapatılan eğitim kuruluşlarında eğitim görmesi gibi hususların, başvurucunun yasadışı bir örgüte mensup olduğunu gösteren belirtiler bütünü olarak kabul edilemeyeceğini, bunların ancak basit ve dolaylı unsurlar olarak değerlendirilebileceği kanaatine ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, özellikle başvurucunun Bank Asya’daki -olayın gerçekleştiği esnada yasal bir bankadır hesabı aracılığıyla yasa dışı bir örgütün suç faaliyetlerini finanse etmesine yardımcı olduğuna dair en ufak bir delilin bulunmadığını gözlemlemiştir. Tüm bu sebeplerle delillerin makul şüphe kriterini karşılamadığı dolayısıyla da tutuklama tedbirinin hukukiliği özelinde ve yalnız Bylock iddiasının değerlendirilmesi bakımından AİHS’nin 5. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

 AİHM tarafından ele alınan FETÖ/PDY yapılanmasına ilişkin yargılamalarla ilgili olarak bir başka örnek Pişkin/Türkiye9 başvurusudur. İşbu başvuruda AİHM, 667 sayılı OHAL KHK’sinin ilgili hükmü uyarınca, iş sözleşmesine dayalı olarak uzman sıfatıyla bir kamu kuruluşunda çalışan başvurucunun görevine ulusal güvenlik açısından tehlike yaratan bir örgütle iltisaklı olduğu değerlendirmesine dayanılarak son verilmesini; AİHS m. 6 ve m. 8 bakımından değerlendirmiş, her iki madde açısından da başvurucunun haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır

Görüldüğü üzere AİHM’nin Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararı, FETÖ/PDY üyesi olduğu iddia edilen kişiler bakımından bir ilk olma özelliği taşısa da, bu durum ceza muhakemesinin ilk kez bir bütün olarak AİHM tarafından incelenmesinden kaynaklıdır. Yoksa 9 Pişkin/Türkiye, B.No:33399/18, 15.12.2020. 7 AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME AİHM, yukarıda kısaca özetlenen içtihatlarda olduğu gibi önüne gelen başvurularda daha önce FETÖ/PDY iltisaklı olduğu iddia edilen kişiler bakımından yine bazı benzer değerlendirmelerle emsal kararlar vermiştir

Hükûmet, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünün hemen akabinde kabul edilen OHAL KHK’lerinin, olağanüstü hâl nedeniyle çıkarıldığını ve AİHS m. 1514 kapsamında haklı ve meşru olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, darbe teşebbüsünün hemen sonrasında resmî makamların karşı karşıya kaldığı durumun aciliyeti ve ciddiyetini kabul etmişse de özellikle AİHS m. 7 tarafından sağlanan korumanın mutlak mahiyetine dikkat çekmiştir (para. 211-213).

SUÇ İLE SUÇUN İŞLENMESİ DURUMUNDA KARŞILIK GELECEK CEZANIN, SADECE KANUN TARAFINDAN BELİRLENEBİLECEĞİNİ, CEZA HUKUKUNUN SANIK ALEYHİNE GENİŞ VE ÖNGÖRÜLEMEZ ŞEKİLDE YORUMLANMAMASI GEREKTİĞİNİ BELİRTMİŞTİR.



AİHM, AİHS m. 7 hükmüne (15) atıfta bulunarak suç ile suçun işlenmesi durumunda karşılık gelecek cezanın, sadece kanun tarafından belirlenebileceğini, ceza hukukunun sanık aleyhine geniş ve öngörülemez şekilde yorumlanmaması gerektiğini belirtmiştir.

SUÇUN KANUN TARAFINDAN AÇIK BİR ŞEKİLDE TANIMLANMASININ GEREKLİ OLDUĞUNA,

SUÇA İLİŞKİN KİŞİSEL SORUMLULUĞUN BİZZAT SUÇU İŞLEYEN KİŞİNİN FİİLİYLE ORTAYA KONULMASININ ZORUNLU OLDUĞU

Mahkeme devamında bir suçun kanun tarafından açık bir şekilde tanımlanmasının gerekli olduğuna, suça ilişkin kişisel sorumluluğun bizzat suçu işleyen kişinin fiiliyle ortaya konulmasının zorunlu olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme devamında başvurucunun TCK m. 314/2 kapsamında, Yargıtayın konuyla ilgili içtihatları ile Terörle Mücadele Kanunu (TMK) yollamasıyla mahkûm edilmiş olduğunu ve ilkesel olarak söz konusu mevzuat ve içtihadın başvurucu açısından hangi fiillerinin veya ihmallerinin ceza sorumluluğunu doğuracağı hususunda açıklık (gerekli hâllerde alınacak hukuki bir tavsiye ile) ihtiva ettiğini belirtmiştir

TCK M. 314/2 HÜKMÜNÜN ULUSAL MAHKEMELER TARAFINDAN OLDUKÇA GENİŞ ŞEKİLDE YORUMLANDIĞINA VE BU NEDENLE DE ÖNGÖRÜLEMEZ OLDUĞUNU BU KAPSAMDA AİHS M. 11, M. 7 VE M. 6 HÜKÜMLERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ

Türk hukukuna göre silahlı bir terör örgütüne üyelik suçu hususi bilgi ve özel kastı gerektirmektedir. Bu durum özellikle de failin, eylemlerinin yoğunluğu, çeşitliliği ve sürekliliğiyle, yapı ile organik bir bağ içerisinde olduğunun, failin anılı örgütün suç işlediğini veya işlemeye teşebbüs ettiğini bildiğini, failin örgütün amacının gerçekleştirilmesine yönelik hususi bir kastının mevcut olduğunun ispatlanmasını zorunlu kılmaktadır. Ayrıca silahlı terör örgütüne üyelik nedeniyle mahkûmiyet kararı failin örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde bilerek ve isteyerek eylemde bulunduğunun ve örgütün amaçlarını benimsediğinin ortaya konulmasını gerektirmektedir. AİHM önceki tarihli Işıkırık/Türkiye16 kararında TCK m. 220/6 hükmüyle bağlantılı olarak uygulanan TCK m. 314/2 hükmünün, ayrıca Bakır ve Diğerleri/Türkiye17 ile İmret/Türkiye (No:2)18 kararlarında da TCK m. 220/7 ile bağlantılı olarak uygulanan TCK m. 314/2 hükmünün ulusal mahkemeler tarafından oldukça geniş şekilde yorumlandığına ve bu nedenle de öngörülemez olduğunu bu kapsamda AİHS m. 11, m. 7 ve m. 6 hükümlerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.(19)

(19 Benzer yöndeki tespitler bkz., Anayasa Mahkemesi, Hamit Yakut başvurusu [GK], 2014/6548, 10.06.2021; AYM, TCK m. 220/6 hükmünü “keyfi uygulamaları önleyecek nitelikte belirli ve öngörülebilir olmadığı” gerekçesiyle iptal etmiştir (bkz. 26 Ekim 2023 tarih ve E.2023/132 K.2023/183 sayılı Karar, RG, 8 Aralık 2023, Sayı:32393).

AİHM’NİN TESPİT ETTİĞİ ÜZERE YAPISAL (SİSTEMATİK) SORUNUN ÇÖZÜMÜ ANCAK AİHS M. 46 UYARINCA TESİS EDİLECEK GENEL TEDBİRLERLE MÜMKÜN OLABİLECEKTİR.



Yüksel Yalçınkaya/Türkiye başvurusunun AİHM’nin tespit ettiği üzere yapısal (sistematik) sorundan kaynaklanıyor olması, ayrıca Mahkemenin hâlihazırda önünde bekleyen konuyla ilgili başvuru sayısının çokluğu bu başvuruyu ve verilen kararı önceki başvuru tipleri veya emsal içtihatlarla kıyaslanamaz hâle getirmektedir. Dolayısıyla Yüksel Yalçınkaya/Türkiye başvurusu özelinde AİHM’nin tespit ettiği üzere yapısal (sistematik) sorunun çözümü ancak AİHS m. 46 uyarınca tesis edilecek genel tedbirlerle mümkün olabilecektir.[1]

ULUSAL MAHKEMELER BYLOCK İLETİŞİM PROGRAMI KULLANILMASINI BİLEREK VE İSTEYEREK SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ OLMAKLA EŞ TUTTUĞU ÖZEL KASTIN VARLIĞI DA DAHİL OLMAK ÜZERE SUÇUN GEREKTİRDİĞİ TÜM HUSUSLARI EKSİKSİZ BİR ŞEKİLDE TESPİT ETMEMİŞTİR

AİHM, ulusal kanunlarda bir fiilin suç olarak düzenlenmesinin yeterli olmadığını, ulusal mahkemelerce bir vakanın ele alınması sırasında ulusal mevzuata uygun bir tutum ortaya konulmasının ve mevzuatın yorumu ile mevzuatın etrafından dolanılmamasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, bu tespiti yaptıktan sonra, ulusal mahkemelerin Bylock iletişim programı kullanılmasını, mesajların içeriğinden ve mesajlaşılan kişinin kim olduğundan bağışık olarak, bilerek ve isteyerek silahlı terör örgütü üyesi olmakla eş tuttuğu sonucunu çıkartmıştır. Dahası Mahkemeye göre ulusal mahkemeler özel kastın varlığı da dahil olmak üzere suçun gerektirdiği tüm hususları eksiksiz bir şekilde tespit etmemiştir.

BÖYLESİ GENİŞ BİR YORUMLA SADECE BYLOCK UYGULAMASININ İNDİRİLMESİ/KULLANILMASINA DAYALI NEREDEYSE OTOMATİK BİR SUÇLULUK KARİNESİ YARATILMIŞ.  SUÇTAN BERAAT ETME  HEMEN HEMEN İMKÂNSIZ HÂLE GELMİŞTİR

Mahkemeye göre böylesi geniş bir yorumla sadece Bylock uygulamasının indirilmesi/kullanılmasına dayalı neredeyse otomatik bir suçluluk karinesi yaratılmış ve böylelikle de başvurucunun isnat edilen suçtan beraat etmesi hemen hemen imkânsız hâle gelmiştir. Mahkeme, başvurucuya isnat edilen fiilin, suçun işlendiğine dair sıkı sorumluluk hâllerinden birisiyle eş tutulmasıyla, suçun sübutu hususunda ulusal hukukun gerektirdiği zorunlu unsurlardan açık bir şekilde ayrılındığı kanaatindedir.

Mahkeme, yukarıda belirtilen nedenlerle başvurucuya isnat edilen suçun, başvurucunun aleyhinde onun tarafından öngörülemeyecek ve keyfî kovuşturmalara, mahkumiyete ve cezalandırmaya karşı güvence sağlayan AİHS m. 7’nin amacına ve konusuna aykırı bir şekilde geniş yorumlandığı sonucuna ulaşmıştır.

ULUSAL MAHKEMELERİN YORUMUNUN, BYLOCK UYGULAMASI KULLANICISI OLMAYA DAYALI OTOMATİK BİR SUÇ KARİNESİ YARATTIĞINI VE DOLAYISIYLA BU YORUMUN DA BAŞVURUCUNUN KENDİSİNİ AKLAMASININ İMKÂNSIZ HÂLE GETİRDİĞİNİ

AİHM, ulusal mahkemelerin adil yargılanma hakkı  ilkelerini ihlal edecek bir tutumla elektronik olsun veya olmasın, delilleri kullanamayacaklarına dikkat çekmiştir. Mahkeme terörizme karşı mücadelede elektronik delillerin kullanılmasının önemli olabileceğini, buna karşın delillerin elde edilmesi ve delil olarak mahkemeye sunulması da dahil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olması gerektiğine dikkat çekmiştir. AİHM’ye göre bir yargılamanın AİHS m. 6/1 hükmüne uygun olabilmesi için başvurucunun delile itiraz etme ve delilin kullanılmasına itiraz etme imkânına sahip olması gerekmektedir. Hâl böyle olmakla birlikte Mahkeme, başvurucu nezdinde ulusal mahkemelerin mesele hakkında kilit mahiyetteki Bylock delili açısından uygun güvenceler tesis etmediği kanaatindedir. Hatta ulusal mahkemenin yorumunun, Bylock uygulaması kullanıcısı olmaya dayalı otomatik bir suç karinesi yarattığını ve dolayısıyla bu yorumun da başvurucunun kendisini aklamasının imkânsız hâle getirdiğini ifade etmiştir.



BYLOCK UYGULAMASININ TÜRK CEZA KANUNU M. 314/2 HÜKMÜ KAPSAMINDA FETÖ/PDY “ÜYESİ” OLMAYAN BİR KİŞİ TARAFINDAN KULLANILMASININ MÜMKÜN OLAMAYACAĞININ NASIL BELİRLENMİŞ OLDUĞUNA DAİR HUSUSİ BİR GEREKÇE ORTAYA KONULMAMIŞTIR.

Mahkeme, özellikle de Bylock kütüklerinin (log) neden Milli İstihbarat Kurumu (MİT) tarafından elde edilmiş olduğu, başvuru özelindeki kütük kayıtlarının neden başvurucuya verilmemiş olduğu hususlarında ulusal mahkemeler tarafından herhangi bir gerekçe belirtilmediğine dikkat çekmiştir. Mahkeme bu hususların yanı sıra başvurucunun, kendisi hakkındaki dökümü yapılmış Bylock tespit tutanağı hususunda herhangi bir yorumda bulunma ve böylelikle de Bylock uygulamasını kullanması dolayısıyla yapılacak çıkarımların geçerliliğine itiraz etme imkânından yoksun bırakıldığı kanaatindedir. Mahkemeye göre ulusal mahkemeler, başvurucunun ham kütük kayıtlarının veri bütünlüğüne sahip olup olmadığı ve içeriklerinin doğrulanması hususlarında bağımsız bilirkişi incelemesi yapılması talebini reddetmiştir. Mahkemeye göre kolluk tarafından yayınlanan Bylock kullanıcı listelerindeki tespit edilen kullanıcı sayıları ile haklarında dava açılanların sayıları ve Bylock uygulamasını yükleyen kişilerin sayıları arasındaki tutarsızlıklar hakkında başvurucu tarafından dile getirilen savunma beyanları cevapsız bırakılmıştır. Mahkeme yukarıda dikkat çektiği eksikliklerin ulusal mahkemenin gerekçeli kararıyla somutlaşmış olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme, Bylock uygulamasının herhangi bir kontrol mekanizmasına tâbi tutulmaksızın neredeyse iki yıl süreyle ve 2016 yılının ilk aylarına kadar kamuya açık kaynaklardan indirilebilir olduğuna yönelik başvurucu iddiasına dikkat çekmiştir. Mahkemeye göre böylesi bir iddia, Bylock uygulamasının Türk Ceza Kanunu m. 314/2 hükmü kapsamında FETÖ/PDY “üyesi” olmayan bir kişi tarafından kullanılmasının mümkün olamayacağının nasıl belirlenmiş olduğuna dair hususi bir gerekçe ortaya konulmasını gerektirmektedir.

KENDİ ALEYHİNE OLAN DELİLE SAMİMİ VE ETKİLİ BİR ŞEKİLDE İTİRAZ ETMESİNE, DAVASININ TEMEL DAYANAĞINI OLUŞTURAN ESASLI MESELELERE KARŞI BEYANDA BULUNMASINA İMKÂN VERECEK YETERLİ GÜVENCENİN ULUSAL MAHKEMELERCE SAĞLANMAMIŞ OLDUĞUNU

Netice olarak Mahkeme, başvurucunun kendi aleyhine olan delile samimi ve etkili bir şekilde itiraz etmesine, davasının temel dayanağını oluşturan esaslı meselelere karşı beyanda bulunmasına imkân verecek yeterli güvencenin ulusal mahkemelerce sağlanmamış olduğunu, ayrıca ulusal mahkemelerin kararlarını meşrulaştıran gerekçeler ortaya koymamış olduğu sonucuna ulaşmıştır.

MAHKEMELERE DUYULMASI GEREKEN GÜVENİN ZEDELENMESİNE NEDEN OLACAK

AİHM’ye göre bu eksiklikler, demokratik bir toplumda kamuoyu nezdinde mahkemelere duyulması gereken güvenin zedelenmesine neden olacak şekilde, AİHS m. 6/1 bağlamında başvurucunun sahip olduğu usule yönelik hakların özü ile bağdaşmaz mahiyettedir. Mahkeme, bu çerçevede başvurucu aleyhindeki yargılamanın adil bir yargılamanın gereklerini karşılamadığı ve bu nedenle de AİHS m. 6/1 hükmünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (para. 355-356).

AİHM, HÜKÛMET TARAFINDAN AİHS M. 15 KAPSAMINDA ORTAYA KONULAN AÇIKLAMALARI TATMİN EDİCİ BULMAMIŞTIR (PARA. 211-213)

AİHM, Hükûmet tarafından AİHS m. 15 kapsamında ortaya konulan açıklamaları tatmin edici bulmamıştır (para. 211-213)

SALT SENDİKA VE DERNEK ÜYELİĞİNİN DESTEKLEYİCİ DELİL OLARAK ORTAYA KONULMASI, BU HAKKA MÜDAHALE EDİLDİĞİNİ ORTAYA KOYMAKTADIR

C. AİHM’nin Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü (AİHS m. 11) Kapsamındaki Değerlendirmesi (para.384-402) AİHM’ye göre, başvurucu hakkındaki iddianamede başvurucunun örgüt üyesi olduğuna ilişkin iddianın ispatlanması açısından salt sendika ve dernek üyeliğinin destekleyici delil olarak ortaya konulması, bu hakka müdahale edildiğini ortaya koymaktadır. AİHM’ye göre gerek sendikanın gerekse de derneğin darbe teşebbüsünden önce mevzuata uygun olarak faaliyet göstermesi ışığında, başvurucunun anılı sendika ve derneğe üyeliğinin TCK m. 314/2 kapsamındaki suçlamanın kapsamı içine girecek şekil[1]de genişletilmesi öngörülebilir değildir. Ulusal mahkemeler anılı sendika veya derneğin kapatılmasına neden olacak faaliyetleri hususunda bir açıklama yapmadıkları gibi başvurucunun anılı sendika ve derneğe üye olmakla şiddeti kışkırtıp kışkırtmadığı veya demokratik bir toplumun temel ilkelerini reddedip reddetmediği hususunda bir değerlendirme yapmamışlardır. Mahkemeye göre böylesi bir yorum, kanunun başvurucunun öngöremeyeceği bir şekilde geniş yorumlanması mahiyetindedir ve bu nedenle de başvurucunun haklarına yönelik müdahale, AİHS m. 1121 hükmünü ihlal edecek mahiyette, “ilgili yasal mevzuata” dayanmamaktadır.

Bu bağlamda AİHM, AİHS m. 11 hükmündeki hakka yönelik müdahalenin meşru, ölçülü, demokratik toplum gereklerine uygunluğu açısından dahi bir inceleme yapma gereği duymamıştır. Zira isnat edilen suçla herhangi bir bağ kurulmaksızın salt sendika üyeliğinin TCK m. 314/2 kapsamındaki mahkumiyetin gerekçesi olarak addedilmesi AİHS m. 11 hükmünün ihlali mahiyetindedir.

AİHS M. 46 KAPSAMINDA ANILI YAPISAL SORUNLARA (ÖZELLİKLE DE TÜRK YARGISININ BYLOCK DELİLİNE YAKLAŞIMI HUSUSUNDA) YÖNELİK GENEL TEDBİRLERİN TÜRKİYE TARAFINDAN ALINMASININ ZORUNLU OLDUĞUNA HÜKMETMİŞTİR

AİHM, karar tarihi itibarıyla AİHS m. 6 ve m. 7 kapsamında benzer yakınmalar içeren 8.000’in üzerinde başvurunun Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü’ne ulaşmış olduğunu, ulusal makamların Bylock uygulamasını kullanan 100.000 kişiyi tespit etmiş olması nedeniyle, çok sayıda başvurunun kendisine sunulmasının muhtemel olduğuna dikkat çekmiş ve ihlal tespitine neden olan problemlerin sistemik/yapısal olduğunu belirterek AİHS m. 46 kapsamında anılı yapısal sorunlara (özellikle de Türk yargısının Bylock deliline yaklaşımı hususunda) yönelik genel tedbirlerin Türkiye tarafından alınmasının zorunlu olduğuna hükmetmiştir (para. 409- 418).

IV. KARAR SONRASINDAKİ GELİŞMELER

AİHM, 12.12.2023 tarihinde benzer yakınmalar içeren 1.000 bireysel başvuruyu22 (Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararına atıfta bulunarak) savunma için Hükûmete bildirmiştir. Bu sayının, Bylock kullanan 100.000’den fazla kişinin ulusal makamlarca tespit edildiği şeklindeki resmî açıklamalar ışığında hızla artacağı düşünülmektedir.

V. AİHM KARARLARI TÜRKİYE CUMHURİYETİ AÇISINDAN BAĞLAYICIDIR

AİHS m. 46 hükmü “kararların bağlayıcılığı ve icrası” (binding force and execution of judgments) başlığını taşımaktadır. AİHS m. 46/123 uyarınca taraf devlet, AİHM tarafından aleyhinde verilen kararı, kesinleşmesi sonrasında kararın gerektirdiği bireysel ve/ veya genel tedbirin alınması taahhüdünde bulunmaktadır.24 Bir diğer ifadeyle AİHM kararının icrası, kararın gerektirdiği bireysel ve/veya genel tedbirin taraf devletçe alınması anlamına gelmektedir.2

AİHM, taraf devletin AİHS m. 46/1 kaynaklı yükümlülüğünü aşağıdaki şekilde tanımlamıştır:

“….Her hâlükârda taraf devletler, kendileri açısından bağlayıcı olan kararların icrası sürecinde Bakanlar Komitesine ayrıntılı ve güncel bilgiler sağlamakla yükümlüdür… Bununla bağlantılı olarak Mahkeme, 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Konvansiyonu’nun Giriş kısmının üçüncü paragrafında ve 26.maddesinde de belirtildiği üzere, taraf devletlere yönelik antlaşmaların gereklerini iyi niyet kurallarına uygun yerine getirmeleri yükümlülüğüne vurgu yapmaktadır…”.(26 )

(26 Verein gegen Tierfabriken Schwei(VgT)/İsviçre (No:2) [BD], B.No:32772/02, 30.06.2009, para.85.)

AİHS m. 46/1 hükmüyle taraf devlet, Sözleşme’ye uygun hareket etmediğinin AİHM tarafından tespit edilmesi hâlinde bu tespitle bağlı olduğunu ve bu tespit uyarınca da ihlale son verme ve başvurucunun ihlal öncesindeki durumunun en kapsamlı ölçüde tesis etme, böylesi bir durumun kısmen veya tamamen mümkün olmaması durumunda ise AİHM’nin hükmedeceği adil karşılık tutarını başvurucuya ödeme ve en nihayetinde ulusal hukukta benzer ihlallerin ortaya çıkmasını engellemek amacıyla gerekli mevzuat ve uygulama değişikliklerini hayata geçirme garantisini vermektedir (para. 404-408).27

TARAF DEVLETİN BİR AİHM KARARININ İCRASINA YÖNELİK ALACAĞI TEDBİRLERİN TEORİDE HAYATA GEÇİRİLMESİNİN YETERLİ OLMAYACAĞINI, TEDBİRLERİN AYRICA UYGULANABİLİR, ETKİLİ VE YETERLİ OLMASI VE ZAMANINDA ALINMASI GEREKTİĞİNİ VURGULAMIŞTIR

Sonuç itibarıyla AİHS m. 46/1 kaynaklı yükümlülüğe uygun hareket edilmemesi, taraf devletin uluslararası sorumluluğuna neden olabilecektir.28 Her hâlükârda taraf devletin kesinleşmiş olan bir AİHM kararının icrası açısından benimseyeceği bireysel ve/veya genel tedbirin, dayanak AİHM kararının vardığı sonuçlar ve kararın ruhu ile uyumlu olması gerekmektedir.29 Mahkeme ayrıca, taraf devletin bir AİHM kararının icrasına yönelik alacağı tedbirlerin teoride hayata geçirilmesinin yeterli olmayacağını, tedbirlerin ayrıca uygulanabilir, etkili ve yeterli olması ve zamanında alınması gerektiğini vurgulamıştır.30

AİHM KARARLARININ GERÇEK ANLAMDA İCRASI, SADECE AİHM KARARINDA BELİRTİLEN TAZMİNATIN (JUST SATİSFACTİON) ÖDENMESİ (AİHS M. 41)32 VE KARARIN TÜRKÇEYE TERCÜMESİ İLE SINIRLI OLMAYIP, BUNLARLA BİRLİKTE AİHM’NİN KARARINDA VURGULADIĞI AİHS AYKIRILIKLARINI GİDERECEK BİREYSEL VE GENEL TEDBİRLERİN HIZLA ALINMASI ANLAMINA GELMEKTEDİR

İkincillik ilkesi gereği AİHS tarafından garanti altına alınan hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında asli yükümlülük taraf devletlere ait olsa da bu yetkinin sınırsız olmadığı ve her hâlükârda AİHM’nin nihai denetimine tâbi olduğu hususu dikkate alınmalıdır. Sonuç itibarıyla AİHM kararlarının gerçek anlamda icrası, sadece AİHM kararında belirtilen tazminatın (just satisfaction) ödenmesi (AİHS m. 41)32 ve kararın Türkçeye tercümesi ile sınırlı olmayıp, bunlarla birlikte AİHM’nin kararında vurguladığı AİHS aykırılıklarını giderecek bireysel ve genel tedbirlerin hızla alınması anlamına gelmektedir. Bu süreç Avrupa Konseyinin (AK) en önemli organı olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK) tarafından dikkatle izlenmekte, taraf devletin kararın icrasına yönelik hayata geçirdiği bireysel ve genel tedbirlerin yeterli olup olmadığı bizzat AKBK tarafından izlenmekte ve denetlenmektedir.

Yapısal mahiyette ihlal tespiti yapan AİHM kararlarının icrası hususu, sadece Yalçınkaya/Türkiye kararı özelinde ortaya çıkan bir mesele değildir. AİHM Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde vermiş olduğu önceki tarihli bazı kararlarında yapısal sorunlara dikkat çekerek AİHS’nin çeşitli hükümlerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.33 Geçmişten örneklemek gerekirse AİHM, 1996 tarihli Aksoy/Türkiye34 kararında 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen terörizmin önlenmesine ilişkin faaliyetler sırasında başvurucunun gözaltında işkenceye tabi tutulması nedeniyle AİHS m. 3, m. 5/3 ve m. 13’ün ihlal edildiğini tespit etmiştir. Adalet Bakanlığı, 2003 tarihinde bir genelge yayınlayarak bu tür olaylara ilişkin soruşturmaların, kolluk güçleri tarafından değil bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından ve derhâl yürütülmesi gerektiğini düzenlemiş,35 yine 20.02.2015 tarih ve 158 sayılı Adalet Bakanlığı genelgesi ile aynı gereklilik bir kez daha vurgulanmıştır.36 Keza, işkence ve diğer kötü muamele suçlarını işlediği iddia edilen kamu görevlileri hakkındaki soruşturmada idari ön izin uygulamasına 2003 tarihinde son verilmiştir. Bir başka örnek AİHM’nin 1998 tarihli Incal/Türkiye37 ve Çı[1]raklar/Türkiye38 kararlarıdır. AİHM, anılı kararlarında Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) görevli askeri hâkimler nedeniyle, mahkemenin bağımsızlık ilkesinin ihlal edildiğini, her ne kadar hukuk fakültesi mezunu olsalar ve hâkimlik teminatından yararlansalar da askerî hâkimlerin askerî hiyerarşi içinde bulunması nedeniyle AİHS m. 6/1’in ihlal edildiği tespitinde bulunmuştur. 18.06.1999 tarihinde kabul edilen ve aynı tarihte Resmî Gazete’de (RG) yayınlanan Anayasa değişikliği ile Anayasa m. 143 değişikliğe tâbi tutulmuş ve askerî hâkimlerin DGM’lerde görev yapmasına son verilmiştir. Akabinde, 22.06.1999 tarihinde kabul edilen ve aynı tarihte RG’de yayınlanan 4390 sayılı Kanun ile DGM’lerde askerî hâkimlerin görev yapmasına son verilmiştir. 2004 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile de DGM’ler tamamıyla lağvedilmiştir. Konuyla ilgili bir başka örnek AİHM’nin, 2008 tarihli Demir ve Baykara/Türkiye39 kararıdır. AİHM kararında, belediyelerde görev yapan memurların sendika kurmalarının engellenmesi ve yapılan toplu sözleşmenin geriye dönük olarak iptal edilmesi dolayısıyla AİHS m. 11 hükmünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile konuyla ilgili yasal engel kaldırılmış, devlet memurlarının toplu sözleşme tesis edebilmesine imkân tanınmıştır.40 Ayrıca Ataykaya/Türkiye41 kararında AİHM, AİHS’nin 2. maddesi ile koruma altına alınan yaşam hakkı bakımından, biber gazı kapsüllerinin kolluk tarafından doğru kullanımını temin eden ulusal bir mevzuatın bulunmadığına karar vermiştir. Anılı başvurunun 17.10.2008 tarihinde AİHM’ye sunulmasından sonra, konuyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğünün 15.12.2008 tarihli ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” başlıklı Genelgesi, 26.06.2013 ve 22.07.2013 tarihlerinde iki ayrı ek genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen AİHM anılı ihlal kararında, göz yaşartıcı kapsüllerin kullanılmasına ilişkin usuli güvencelerin güçlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir.4

TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AK ÜYELİĞİNİN, AİHS İLE BAĞITLANMANIN VE ANAYASA M. 90/5 HÜKMÜNÜN BİR GEREĞİ OLARAK, AİHM’NİN YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARI ÖZELİNDE BENZER ŞEKİLDE HAREKET ETME VE AİHM’NİN İŞARET ETTİĞİ VE YAPISAL OLARAK SORUNLU OLDUĞU TESPİT EDİLEN AİHS M. 6 (ADİL YARGILANMA) VE M. 7 (SUÇ VE CEZALARIN KANUNİLİĞİ VE GERİYE YÜRÜMEZLİĞİ) İHLALLERİNİ ORTADAN KALDIRACAK, BAŞVURUCU İLE ONUNLA BENZER/AYNI DURUMDA OLANLARA DAİR, ESKİ HÂLE GETİRME İLKESİ (RESTİTUTİO İN İNTEGRUM) IŞIĞINDA GENEL VE KAPSAYICI BİR ÇÖZÜM TESİS ETMEK YÜKÜMLÜLÜĞÜ ALTINDADIR

Netice olarak Türkiye Cumhuriyeti yukarıda örneklenen ve yapısal sorunlara işaret eden bazı seçili AİHM kararlarının icrası sürecinde, AİHS m. 1 ve m. 46/1 kapsamında taahhüt ettiği yükümlülüğe uygun davranmış ve kararın icra sürecinin denetimi AKBK tarafından sonlandırılmıştır.43 Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, AK üyeliğinin, AİHS ile bağıtlanmanın ve Anayasa m. 90/5 hükmünün bir gereği olarak, AİHM’nin Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararı özelinde benzer şekilde hareket etme ve AİHM’nin işaret ettiği ve yapısal olarak sorunlu olduğu tespit edilen AİHS m. 6 (adil yargılanma) ve m. 7 (suç ve cezaların kanuniliği ve geriye yürümezliği) ihlallerini ortadan kaldıracak, başvurucu ile onunla benzer/aynı durumda olanlara dair, eski hâle getirme ilkesi (restitutio in integrum) ışığında genel ve kapsayıcı bir çözüm tesis etmek yükümlülüğü altındadır

VI. KARARIN GEREKTİRDİKLERİ VE OLASI SONUÇLARI

YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARI KESİNDİR. BU KARARA KARŞI HERHANGİ BİR İTİRAZ YOLU MEVCUT DEĞİLDİR

AİHM’NİN YÜKSEL YALÇINKAYA/ TÜRKİYE KARARI FETÖ/PDY KAYNAKLI CEZA YARGILAMALARININ BÜTÜNÜNE DAİR İLK KARARDIR

 KARAR İLE, TÜRKİYE’DE TÜM CEZA MAHKEMELERİNDE GEREK İSPAT YÜKÜ GEREKSE DE İSPAT STANDARDI AÇISINDAN BENİMSENEN YAKLAŞIMIN AİHS M. 6 HÜKMÜNÜ İHLAL ETTİĞİ AÇIKÇA ORTAYA KONULMUŞTUR

GEÇMİŞTEKİ BİR DİZİ YASAL FAALİYET AÇISINDAN, SUÇ İSNADININ DELİLİ OLDUĞUNA YÖNELİK ULUSAL MAHKEMELERCE GERİYE DÖNÜK YAPILAN YORUMUN DA AİHS M. 11 VE ÖZELLİKLE DE AİHS M. 7 HÜKMÜNE AYKIRI OLDUĞUNU HÜKÜM ALTINA ALARAK, ÖZELLİKLE TCK M. 314/1 VE M. 314/2 KAPSAMINDA KALAN İDDİA VE MAHKUMİYETLERİN HUKUKSAL DAYANAKLARINI ORTADAN KALDIRMIŞTIR.

AİHM’nin 17 hâkimden müteşekkil en üst yargı birimi olan Büyük Daire tarafından tesis edilmiş olan Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararı kesindir. Bu karara karşı herhangi bir itiraz yolu mevcut değildir. Yukarıda da vurgulandığı üzere AİHM’nin Yüksel Yalçınkaya/ Türkiye kararı FETÖ/PDY kaynaklı ceza yargılamalarının bütününe dair ilk karardır. Karar ile, Türkiye’de tüm ceza mahkemelerinde gerek ispat yükü gerekse de ispat standardı açısından benimsenen yaklaşımın AİHS m. 6 hükmünü ihlal ettiği açıkça ortaya konulmuştur. Keza AİHM anılı kararla, geçmişteki bir dizi yasal faaliyet açısından, suç isnadının delili olduğuna yönelik ulusal mahkemelerce geriye dönük yapılan yorumun da AİHS m. 11 ve özellikle de AİHS m. 7 hükmüne aykırı olduğunu hüküm altına alarak, özellikle TCK m. 314/1 ve m. 314/2 kapsamında kalan iddia ve mahkumiyetlerin hukuksal dayanaklarını ortadan kaldırmıştır.

AİHM KARARINDAKİ TESPİTLERİN YEREL MAHKEMELERCE GÖRÜLMEKTE OLAN DAVALARLA SINIRLI OLMAMAK ÜZERE DAHA GENİŞ BİR ÖLÇEKTE DİKKATE ALINMASI ANAYASA M. 90/545 HÜKMÜNÜN GEREĞİDİR

Dolayısıyla AİHM’nin Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararında genel tedbirler alınmasına yönelik değerlendirmesi bakımından çok sayıda kişiyi etkileyen AİHS m. 6 (adil yargılanma hakkı) ve m. 7 (suç ve cezaların kanuniliği ve geriye yürümezliği) kapsamında tespit edilen yapısal sorunların, AİHM kararında belirtilen, dayanaklarını ortadan kaldırmaya yönelik uygun bir çözüm için AİHM kararındaki tespitlerin yerel mahkemelerce görülmekte olan davalarla sınırlı olmamak üzere daha geniş bir ölçekte dikkate alınması Anayasa m. 90/545 hükmünün gereğidir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN, AİHM’NİN YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARINDA TESPİT ETTİĞİ VE BENZER FETÖ/PDY YARGILAMALARI ÖZELİNDEKİ ÖZELLİKLE AİHS M. 6 (ADİL YARGILANMA HAKKI) VE M. 7 (SUÇ VE CEZALARIN KANUNİLİĞİ VE GERİYE YÜRÜMEZLİĞİ) KAYNAKLI YAPISAL SORUNLARI RESTİTİTUO İN İNTEGRUM (ESKİ HÂLE GETİRME) İLKESİ ÇERÇEVESİNDE ORTADAN KALDIRACAK MAHİYETTE (ÖRNEĞİN, CMK M. 311/1-F HÜKMÜ UYARINCA YARGILAMANIN İADESİ, HÂLİHAZIRDA DERDEST OLAN YARGILAMALAR AÇISINDAN İSE İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİ GİBİ TEDBİRLER DAHİL OLMAK ÜZERE) GENEL MAHİYETTE BİR ÇÖZÜM TESİS ETMESİNİN AİHS M. 148 İLE M. 46/1 HÜKÜMLERİNİN DE BİR GEREĞİ OLDUĞU AÇIKTIR

Ayrıca belirtmemiz gerekir ki, bir hakka dair kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu AİHS gibi bir belgenin veya belgenin yorumu neticesinde tesis edilen AİHM içtihadının ulusal mevzuat hükmü veya uygulamasıyla çatışması durumunda, yargı mercileri ile uygulayıcılar tarafından uluslararası belgenin veya onun yorumlanması mahiyetindeki AİHM içtihadının esas alınması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının göz önünde bulundurulmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.

ANAYASA M. 90/5 HÜKMÜ UYARINCA BU KARARIN HÂLİHAZIRDA DERDEST OLAN DAVALARDA, BAŞTA YARGITAY OLMAK ÜZERE, TÜM ULUSAL MAHKEMELER TARAFINDAN DİKKAT ALINMASI ÖNEMLİ BİR GEREKLİLİK OLARAK KARŞIMIZA ÇIKMAKTADIR

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN, AİHS’YE TARAF OLDUĞU SÜRECE, ALEYHİNDE TESİS EDİLMİŞ BİR AİHM KARARINI, YUKARIDA ATIFTA BULUNULAN AİHM KARARLARIYLA ÇERÇEVESİ ÇİZİLEN BİR KAPSAMDA, ULUSLARARASI HUKUKUN GEREKLERİNE UYGUN OLARAK UYGULAMAK DIŞINDA BİR SEÇENEĞİ BULUNMAMAKTADIR

Bununla birlikte Anayasa m. 90/5 hükmü uyarınca bu kararın hâlihazırda derdest olan davalarda, başta Yargıtay olmak üzere, tüm ulusal mahkemeler tarafından dikkat alınması önemli bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. 1954 yılından bu yana AİHS’ye taraf olan Türkiye Cumhuriyeti, ikincillik ilkesinin bir gereği olarak AİHM kararının işaret ettiği yapısal sorunların ortadan kaldırılmasına dair benimseyeceği yöntemin şekli, içeriğinin belirlenmesi ve icrası hususunda görece inisiyatif sahibi olsa da AİHM kararlarının icrasının denetimiyle sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AİHS m. 46/251 kapsamında), AİHM (AİHS m. 46/45 kapsamında), Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri (AİHS m. 52)54 bu süreçte rol almaya devam edecekler, ihlal tespit kararının bireysel ve genel sonuçlarıyla icra edilip edilmediğini denetleyeceklerdir. Bir diğer ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti’nin, AİHS’ye taraf olduğu sürece, aleyhinde tesis edilmiş bir AİHM kararını, yukarıda atıfta bulunulan AİHM kararlarıyla çerçevesi çizilen bir kapsamda, uluslararası hukukun gereklerine uygun olarak uygulamak dışında bir seçeneği bulunmamaktadır

AVRUPA KONSEYİ İLE TÜRKİYE CUMHURİYETİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERİ HATIRI SAYILIR DERECE ZEDELEDİĞİ GÖZ ÖNÜNE ALINDIĞINDA, YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE KARARININ GEREKTİĞİ ŞEKİLDE İCRA EDİLMEMESİNİN VAHİM VE ÖNGÖRÜLEMEZ SONUÇLAR DOĞURMASI MUHTEMELDİR

AİHM kararının gerektiği şekilde icra edilmemesi AİHS m. 46/4 kapsamında ihlal usulü yolu olarak tanımlanan sürecin55 tetiklenmesine neden olabileceği gibi en nihayetinde Avrupa Konseyi Statüsü’nün56 8.maddesi kapsamında (Avrupa Konseyinde[1]ki temsil hakkının askıya alınması, üyelikten çekilmeye davet ve üyelikten çıkarma gibi) bir dizi sonuca neden olabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin AİHS m.1 ve m.46/1 kaynaklı yükümlüğünü AİHM’nin bazı ihlal kararları açısından yerine getirmediği, bu tutumun da Avrupa Konseyi ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkileri hatırı sayılır derece zedelediği göz önüne alındığında, Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararının gerektiği şekilde icra edilmemesinin vahim ve öngörülemez sonuçlar doğurması muhtemeldir.



 
 
 

Comments


Biz Size Ulaşalım

Mail adresiniz bize ulaştı, size döneceğiz.

©2022, ÖLÇEK HUKUK DANIŞMANLIK 

bottom of page