top of page

"KANUNİ TANIMINDAKİ MADDİ UNSURLARI BİLMEYEN BİR KİŞİ KASTEN HAREKET ETMİŞ SAYILMAZ" BERAATİNE


Yargıtay 9.Ceza dairesi 01/02/2021 tarihli kararı ile TCK'nun 30/1 maddesinde düzenlenen, "Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz." hükmü gereğince sanığın atılı suçtan CMK'nun 223/2-c maddesi uyarınca BERAATİNE, kararı vermiştir.



Yargıyay 9.Ceza Dairesinin bu kararı bir çok kimse için Emsal teşkil edebilecek. Onun için Kararı aynen aşağıya ekliyorum.


T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE)

DOSYA NO : 2019/11 Esas KARAR NO : 2021/5

C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2019/26

GEREKÇELİ KARAR

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

BAŞKAN : Maruf ALİKANOĞLU 30617

ÜYE : Durak ÇETİN 34413 ÜYE : Oktay ERDOĞAN 29429 ÜYE : Murat BULUT 34264 ÜYE : Ali ÖZTÜRK 40184 CUMHURİYET SAVCISI : Müslüm CANPOLAT 42527 KATİP : İbrahim DÜZGÜN 503786 DAVACI : K.H.

SANIK : B E

SUÇ : Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme

SUÇ TARİHİ / SAATİ : 03/06/2017 -

SUÇ YERİ : ANKARA/MERKEZ

KARAR TARİHİ : 01/02/2021 Yukarıda açık kimliği yazılı sanık hakkında mahkememizde yapılan duruşma sonunda:

I-İDDİA: A-İDDİANAME: Yargıtay C.Başsavcılığı'nın 2019/12 Soruşturma, 2019/26 Esas, 2019/5 İddianame sayılı iddianamesi ile özet olarak; "Fetullahçı Terör Örgütü tarafından 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı işlenen suçlar nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli hakkında silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak, Anayasayı ihlal suçundan soruşturma başlatılmıştır. Şüpheli hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosunun 07.11.2017 gün ve 2017/35368 soruşturma 2017/95568 Esas, 2017/6851 sayılı iddianamesiyle,


"Devletin her kurumunda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı kuvveti içerisinde; organizasyonu ve hiyerarşik yapısı bulunan, bu bağlamda merkez, taşra, dönem (devre) ve bölge olarak kendi içinde hem dikey ve hem de yatay şekilde emir-komuta zinciri dahilinde, Devlet yargısına alternatif olarak faaliyet gösteren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Yargı yapılanması içerisinde bilerek ve isteyerek yer aldığı, 14 yıl boyunca değişen siyasi partilere ve eğilimlere rağmen örgütün temel hareket tarzına uygun olarak o dönemin siyasal eğilimiyle ters düşmeyecek şekilde hareket edip gizlenerek örgütsel bağlılığını devam ettirdiği, örgüt adına gizli ve örtülü bir şekilde, örgütün ana hedefi olan, Devletin asker ve sivil tüm bürokrasisini ele geçirmek suretiyle halka dayanmayan, tepeden inme yöntemiyle Anayasal devrim yapmaya uygun bir biçimde örgüt adına faaliyetlerde bulunduğu, örgüt mensuplarından; hâkim, Cumhuriyet savcılığına yönlendirilerek bu görevi alması sağlanacaklar, daha sonra bunlar içerisinden kritik görevlere atanacaklar, Kurul üyeliği seçimlerinde izlenecek seçim stratejisi ve aday olacaklar, Yargıtay veya Danıştay üyeliğine seçileceklerin belirlenmesi ile atanacakları, seçilecekleri belirleme gibi eylemleri ve bu eylemlere ilişkin örgüt adına otonom bir şekilde karar alabilme / hareket edebilme yeteneğine sahip olması nedenleriyle örgütün, Yargı teşkilatı sahasında etkili bir pozisyonu ve örgütsel faaliyetler ile ilgili karar alabilme yetkisi itibariyle örgütün Yargı yapılanmasında yönetici konumunda olduğu, eylemlerinin kül halinde TCK'nın 314/1 maddesi kapsamında örgüt yöneticiliği suçunu oluşturduğu, şüphelinin TCK'nın 314/1, 53/1, 58/9, 3713 sayılı Kanunun 5 maddeleri gereğince cezalandırılması talep edilmiştir. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.01.2018 gün ve 2017/152 Esas, 2018/1 sayılı ilamı ile “Sanığın yüksek mahkemede görev yaptığı esnada da örgüt adına hareket ettiğinin iddia edildiği, bu döneme ilişkin özel kovuşturma teminatının mevcudiyetini koruduğu, örgüt T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. yöneticiliği suçunun kişisel suç olduğu” belirtilerek, “2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46/6. Fıkrası, 5271 sayılı CMK’nun 3, 4 ve 5. maddeleri gereğince “Görevsizlik Kararı” ile dosyanın yargılama yapmakla görevli ve yetkili Yargıtay ilgili Ceza Dairesine gönderilmesine karar verildiği, Görevsizlik kararı sonrasında, ilk derece yargılaması yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2018/32 Esas sayıl dosyası üzerinden yargılamanın devam ettiği, bu mahkemece 20.12.2018 gün ve 2018/10 karar sayılı kararı ile, “Sanığın silahlı terör örgütü FETÖ’nün hiyerarşık yapısına dahil olup atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu oluşturduğu iddia edilen eylemlerin gerçekleştirildiği tarih itibariyle haiz olduğu HSYK üyeliği ve Adalet Bakanlığı müsteşarlığı sıfatı nedeniyle 6087 sayılı Kanununun 38/9 ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46. maddesi gereğince iddianame düzenleme görev ve takdiri yetkisine sahip olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenmiş bir iddianame olmaması nedeniyle usulüne uygun açılmış bir kamu davası bulunmadığı” gerekçesiyle, CMK’nun 223/8 maddesi gereğince “Yargılamanın Durdurulmasına”, iddianame düzenleyip düzenlememe hususunun takdiri için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 21.01.2019 tarih ve 2019/26 D.İş sayılı kararıyla reddedildiği ve sonrasında dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği görülmüştür." denildikten sonra FETÖ terör örgütünün;

- Hiyerarşik yapısına, - Örgütün yargı yapılanmasına, (bu kapsamda yüksek yargı ve HSYK yapılanmasına) - Çalışma ve haberleşme yöntemlerine, (bu kapsamda örgüt üyeleri arasında yapılan ByLock yazışmalarına), -Örgütün HSYK'ya ve Yüksek yargıya üye seçimlerinde kendi mensuplarının seçilmesine ilişkin faaliyetlerine, - Hâkim-savcı adaylığı sınavlarına, - Örgütün yargı yapılanmasında görevli mensuplarının sahip oldukları yargı yetkisi örgütün amaçları doğrultusunda kullanarak gerçekleştirdikleri bazı operasyonlara (bu kapsamda; Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tırlarının durdurulması, Şemdinli olayı, Hüseyin KURTOĞLU, Ergenekon, Balyoz ve askeri casusluk davaları, kanuna aykırı iletişimin dinlenilmesi ve teknik araçlarla izlenilmesi davaları, Kozmik oda davası, örgüt mensuplarının talimatla tahliye edilmelerine ilişkin davalar, 17/25 aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen yargı darbesine ilişkin soruşturmalar) -Etkin pişmanlıktan yararlanan şahısların ifadelerine yer verildikten sonra; .............

D-HUKUKİ NİTELENDİRME

T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. Sanık Birol ERDEM aşamalarda alınan savunmalarında örgüt yöneticisi veya üyesi olmadığını, örgütün nihai amacını da bilmediğini, örgütün gayri meşru amacını fark etmeye başladığı 07 şubat 2012 tarihinden itibaren de örgüte karşı etkin bir mücadele yürüttüğünü ileri sürmüştür. Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır. Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun ancak DOĞRUDAN KASTLA işlenebilen suçlardan olması nedeniyle, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle amaçları açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir. (Aynı yönde Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararı) FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün başlarda "liderin seçilmişliği" anlayışı çerçevesinde şekillenen dini bir kült hareket olarak ortaya çıkmış, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları ile kendisini "kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi" olarak tanıtmış, örgütün görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca büyük bir ustalıkla kamuoyundan ve örgütün en alt tabakasındaki halk kesiminden gizlemiş, kriminalize olmamaya özen göstermiştir. Örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 24/06/2008 tarih ve 2008/9-82 E., 2008/181 K. Sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesi de örgütün, kamuoyu nezdinde kriminalize bir yapı olmadığının tescili olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. Ancak ne var ki örgütün verdiği talimat üzerine, örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan FİDAN ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olayları, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu hususlar göz önüne alındığında hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak veya adı geçen örgüte yardım etmek suçlarından kamu davası açılan şüphelilerin/sanıkların, atılı suçları işlediklerinin kabul edilebilmesi için bu örgütsel organizasyonla olan bağları, örgüt içindeki konumları, eğitim düzeyileri, yaptıkları görev nedeniyle edindikleri bilgi ve tecrübeleri itibarıyla örgütün gayri meşru amacını bilip bilmedikleri üzerinde özellikle durulması gerekecektir. Zira yukarıda da açıklandığı üzere; gerek örgüt üyeliği suçu olsun gerekse örgüte yardım suçu olsun, ancak doğrudan kastla işlenebilen suçlar olup, failin atılı suçlardan herhangi birini işlediğinin söz konusu olabilmesi T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. için öncelikle suça konu örgütün 3713 ayılı Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesinde tanımlanan amaçları gerçekleştirilmek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu bilmesi gerektiği temel zorunluluktur. Bu nedenle öncelikle failin; -Örgütsel organizasyona dahil olup olmadığı, -Örgütsel organizasyona dahil ise; örgütün nihai amacını bilip bilmediği veya örgütsel organizasyonla olan bağları, örgüt içindeki konumu, eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri itibarıyla örgütün gayri meşru amacını bildiğinin kabul edilip edilemeyeceği öncelikle ortaya konulmalıdır. Bu açıklamalar ışığında genel bir değerlendirme yapılacak olursa failin; -Örgütün nihai amacını bilerek örgütsel organizasyona dahil olduğu saptanırsa eylemi örgüt üyeliği veya yöneticilik (TCK 314/1, 314/2) olarak, -Örgütsel organizasyona dahil olmamakla birlikte örgütün nihai amacını bilerek örgüte yarar sağlama hallerinde örgüte yardım (TCK 314/3 yollamasıyla 220/7) olarak nitelendirilecek -Örgütsel organizasyona dahil olmakla birlikte örgütün nihai amacını bilmediği saptanırsa hata hali (TCK 30/1)'nin uygulanması söz konusu olacak, -Örgütsel organizasyona dahil olmadığı ve örgütün nihai amacını bilerek örgüte yarar da sağlamadığı tespit edilirse veya yarar sağladığı tespit edilemezse beraat (CMK 223/2-b,e) kararı verilmesi gerekecektir. Somut olaya gelince; Sanık B E savunmalarında kısaca 07 şubat 2012 tarihi öncesinde örgütsel organizasyona dahil olmadığını, örgütün nihai amacını da bilmediğini, belirtilen tarihte MİT müsteşarının ifadeye çağrılması üzerine örgüte karşı etkin bir mücadele yürüttüğünü ileri sürmüştür. O halde öncelikle sanığın; -Örgütsel organizasyona dahil olup olmadığı, -Örgütsel organizasyona dahil ise örgütün nihai amacını bilip bilmediği hususları öncelikle incelenmelidir. İddianamede sanığın örgütsel bağının 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tetkik hakimliğine atanmasıyla başladığı ve Ankara C.Başsavcılığı'nda 28/11/2016 tarihinde tanık olarak beyanda bulunduğu tarih kadar devam ettiğinin ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Örgüt yöneticiliği veya örgüt üyeliği suçu niteliği itibariyle temadi eden suçlardan olması nedeniyle kural olarak örgütsel faaliyetlerin yıllar itibariyle bölünmesi olanaklı değil ise de; Daha önce de ifade edildiği üzere FETÖ terör örgütünün, görünüşte meşru amaçlarla kurulmak suretiyle dini bir kült hareket olarak ortaya çıktığı, örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda kendisini "kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi" olarak tanıttığı, bu şeklide görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca gizlediği, Örgütün verdiği talimat üzerine örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan FİDAN ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olaylarının, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu gösterdiği

Bu gerçekler göz önüne alındığında; sanığın örgütsel bağının ve kastının tam ortaya konulabilmesi açısından, örgütsel organizasyona dahil olduğu iddia olunan tarihten itibaren örgütle olan ilişkisinin, örgütün kriminal bir yapı olduğunu zamanla ortaya koyan olaylar da dikkate alınarak değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle bu doğrultuda inceleme yapılma yönüne gidilmiştir. .....................

1996-2004 tarihleri arasındaki dönemde FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, sanığın da örgütün nihai amacını bilmediğine dair savunmasının aksini kanıtlayan delil bulunmaması karşısında örgütsel organizasyondaki yeri saptanarak nihai amacı bilip bilmediği ortaya konulmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararında eylem tarihi itibariyle FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmasa da, örgüt piramidi içindeki konumları itibariyle "mahrem alan" alan kapsamında faaliyet gösteren kişilerin örgütün nihai amacını bilebilecek durumda oldukları kabul edilmiştir. O halde sanığın; a) Hadis ve tefsir dersleri verdiği çalışma evlerinin mahrem ünite kapsamında olup T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. olmadığı, b) Sanığın -hakim sınıfından olması nedeniyle- örgütün mahrem alan yargı yapılanmasına dahil olup olmadığı irdelenerek kastı belirlenmelidir. FETÖ örgüt literatüründe "Mahrem hizmet", "özel hizmet" veya "hususi hizmet" gibi isimlerle adlandırılan örgütsel faaliyetler, örgütün devletin zor kullanma yetkisine haiz kritik ve operasyonel birimlerine sızarak mutlak gizlilik içerisinde hareket etmek suretiyle oluşturduğu hücre tipi yapılanmayı ifade eder. Örgüt dilinde mahrem yerler; TSK, Emniyet, Yargı, MİT, Mülkiye ve Bazı Özel Kurumlar (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK) 'dan ibarettir. Mahrem hizmetler ünitesi, örgütün asıl operasyonel gücünü aldığı birimlerdir. Nitekim örgütün mahrem hizmet birimlerinden TSK, Emniyet ve MİT yapılanması örgütün silahlı kanadını oluşturmuş ve örgüt 15 darbe girişimini bu kurumlardaki mensupları üzerinden gerçekleştirmiştir. Örgütün özel hizmet birimleri yapılanmasının özelliklerine bakıldığında "Mutlak İtaat" ve "Gizlilik" bu birimlerdeki yapılanmanın temelini oluşturur. Mutlak İtaat: Örgüt tarafından verilen herhangi bir emir ve talimatın, doğruluğunu, akla uygunluğunu, dini, hukuki ve ahlakiliğini herhangi bir şekilde sorgulamadan derhal yerine getirmeye hazır olma durumunu ifade eder. Küçük yaşlarda ailelerinden koparılarak örgütle bağ kurmaları sağlanmış, örgüt liderinin "seçilmiş kişi" olduğuna ikna edilmiş, mutlak itaat duygusuyla örgüt liderine koşulsuz olarak bağlanmış örgüt üyesi, zamanla rasyonel düşünmeyi bırakarak aklını, iradesini ve duygularını örgüte teslim eder, sadece itaat eden, emirleri asla sorgulayamayan robotlaşmış bireylere dönüştürülür. Örgüt literatüründe "Gassalin elindeki meyyit (Ölü yıkayıcısının elindeki ölü)" olarak kodlanan bu robotlaşmış bireyler, mahrem yapının temelini oluşturur. Gizlilik (Tedbir) : Örgütün Mahrem hizmetler birimi, örgütün özel operasyon birimi olması nedeniyle, bu kurumlardaki örgüt mensuplarının deşifre olmalarını engellemek amacıyla örgüt tarafından uygulanan tüm istihbarata karşı koyma tedbirlerinin bütününü "gizlilik/tedbir" olarak adlandırmak olanaklıdır. Örgüt lideri, amaca ulaşmak için örgüt üyelerine bütün anayasal müesseselerdeki güç dengesini lehlerine çevirinceye dek"sivrilmeden can damarları içinde dolanma", "gizlenme", "varlığını fark ettirmeme" şeklinde tanımladığı "Tedbir" stratejisini uygulamalarını, buna aykırı davranışın ihanet olacağı vurgulayarak örgütün kamuda görev yapan üyelerinin hareket stratejisini belirlemiştir. Tedbir/ gizlilik örgütün mahrem ünitelerinde görevli üyeleri açısından mutlaktır. (Kod isim kullanma, katalog evliliği, dindar değil algısı oluşturma, başı açık bayanla evlenme veya eşine başını açtırma, alkol kullanma veya kullanıyor algısı oluşturma vs.) Hakim savcı çalışma evlerinin, ileride örgütün mahrem yargı yapılanmasına aktarılacak örgüt üyelerinden oluşması nedeniyle örgüt içerisinde özel bir önem taşımakla birlikte henüz operasyonel bir birim olmaması nedeniyle örgüt tarafından mahrem yapı kapsamında değerlendirilmemektedir. Sanığın hakim sınıfından olması nedeniyle örgütün mahrem alanı kapsamında hiyerarşiye tabi olup olmadığı hususuna ilişkin olarak ise; Sanık B E orta ve lise öğrenimi sırasında ailesinin yanında kaldığı, liseden sonra örgüte ait herhangi bir dershaneye gitmediği, Ankara Üniversitesi hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördüğü dönemde ise Hakyol Vakfı'na ait öğrenci evlerinde kaldığı, Adalet Bakanlığı'na tetkik hakim olarak atandığı 1996 yılına kadar FETÖ terör örgütü ile herhangi bir temasının bulunmadığı dosya kapsamı ile sabittir. Diğer bir ifade ile sanık küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak bir endoktrinasyon (Doktrinleştirme (indoctrination) /beyin yıkama (brainwashing); muhatabın farkındalığı dâhilinde olsun olmasın, onun tarafından anlaşılsın anlaşılmasın, akıl almaz, hatta suiistimal teşkil eden yöntemlerle muhatabın zihnini kontrol altına almak ve onun zihninde ideolojik dönüşüm yaratmak amacıyla uygulanan her türlü sistemli telkin, yönlendirme ve baskı içeren manipülasyon ve propaganda tekniklerinin bütünüdür -Momanu, 2012, s.88-89) sürecinden geçmemiştir. Yukarıda yer verilen ve örgütün ve liderinin -mahrem hizmetler biriminde mutlak olan- takiyye/tedbir söylem ve uygulamalarını sert şekilde eleştirdiği, örgüt liderini ve grup normlarını sorguladığı, kendisinden örgütün yurt dışındaki okulları için himmet istendiğinde de itiraz ettiği ve vermediği, bu anlamda koşulsuz itaat bilincinin olmadığı, her hangi bir kod isim kullanmadığı, katalog evliliği yapmadığı ortadadır...............

Bu sonuçlar bizi sanığın örgütün evlerine sohbete gittiğini, ancak örgütün amacını bilmediğini, örgütsel konumu itibariyle bilme olanağının da olmadığı sonucuna götürmektedir. Bu açıklamalar ışığında 1996-2004 yılları arasındaki dönemde sanığın; - Örgütün mezun çalışma evlerinde 1998-2004 yılları arasında hadis ve tefsir dersleri vermesi, terör örgütlerinin de; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, sanığın T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. bu nedenle örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğunun kabul edilmesi gerekeceği, - Sanığın örgüt içerisinde sohbet verdiği mezun çalışma evlerinin, örgütün mahrem yapı ünitesine dahil olmaması, sanığın da örgütün mahrem alan ünitesinde görevli olduğunu kabule elverişli deliller bulunmaması karşısında, o tarih itibariyle henüz kriminalize olmamış örgütün yasa dışı olan nihai amacını bildiğinin kabul edilemeyeceği mahkememizce değerlendirilmiştir. Diğer bir ifade ile sanık 1998-2004 yılları arasında FETÖ organizasyonunun bir (örgüt) üyesidir, ancak örgütün nihai amacını bilmediğinden silahlı terör örgütü üyesi sayılması olanaklı değildir.

Her ne kadar iddianamede sanığın, "örgüt lehine yasa çalışma faaliyeti" başlığı altında 2002 yılı içerisinde "Silahsız terör örgütü" tasarısının yasalaşmaması yönünde faaliyet yürüttüğü iddiasına yer verilmiş ise de; bu husus yukarıda "Örgüt Lehine Yasa Çalışmaları" başlığı altında irdelendiğinden burada ayrıca yer verilmemiştir.

2-2004-2010 Yılları Arasındaki Dönem, İddia makamınca sunulan esas hakkındaki mütalaada 2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak "a) Adalet Bakanlığında Örgüt Tarafından Yapılan Kadrolaşma Çalışmaları" başlığı altında sanık B E'in;.................................

Bu kişilerin getirilmesinde en çok İ O, H Y, A İ ve B E'in etkisinin olduğu, isimler kim tarafından verilirse verilsin, kimlerin geleceğine bu kişilerin karar verdiği, Bakanlıkta o kadar kişinin makam sahibi olmasında etkileri olduğunun kesin olduğu şeklindeki beyanının da yukarıdaki tespitleri doğruladığı, sanığın çalıştığı 1996-2010 yılları boyunca örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında etkin konumda olduğu" gerekçesi ile cezalandırılması talep edilmiştir.

Konuya ilişkin mevzuat hükümleri incelendiğinde; Olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 29/03/19984 tarih ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un "Personel Genel Müdürlüğü:" başlıklı 18 nci maddesinde "Personel Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: a) Uygulamalarla ortaya çıkan mevzuat yetersizliği ve aksaklıklar ile ilgili konularda gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak alınması gereken kanuni ve idari tedbirler konusunda Bakanlığa ayrıntılı ve müşahhas tekliflerde bulunmak, b) Görev alanlarına giren konularda tüzük tasarıları ile yönetmelikleri hazırlamak ve takip etmek, c) Yargı yetkisinin kullanılma alanına girmeyen konularda görüş bildirmek ve genelge düzenlemek, d) Bakanlık birimleri ile diğer bakanlıkların ve kamu kuruluşlarının soruları hakkında görüş bildirmek ve gerektiğinde bu konulardaki toplantılara katılmak, e) Yasama organının isteği üzerine, kanun tasarı ve teklifleri dışında kalan konular hakkında yazılı ve sözlü görüş bildirmek, f) Bakanlık aleyhine açılan idari davalarla ilgili işlemleri düzenlemek ve izlemek, g) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının atama ve nakillerine ilişkin taleplerini, sicillerini ve tespit edilmiş sair hallerini, hizmetin icap ve ihtiyaçları ile birlikte inceleyerek kanuna, atama ve nakil yönetmeliğine uygun olarak hazırlayacağı taslağı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunmak

h) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun doğrudan görevine giren özlük işleri konularında ön çalışmalar yapmak, bunların dışında kalan özlük işleri ile Bakanlığa bağlı diğer personelin özlük işlerini yürütmek, i) Gecikmesinde mahzur hallerde, hizmetin aksamaması için kadro durumu müsait olan bir yargı çevresindeki hakim ve savcının ihtiyaç duyulan yerlerde görev yapmak üzere geçici olarak yetkili kılınmasına ilişkin işlemleri yürütmek, j) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun büro işlemlerini yürütmek. k) Adli ve idari yargı teşkilatının mevzuat hükümleri dairesinde kuruluş ve işleyişini düzenlemek, l) Kanunlarda gösterilen ve Bakanlıkça verilecek benzeri görevleri yapmak" hükmüne

Aynı yasanın "Yöneticilerin sorumlulukları" başlıklı 27 nci maddesinde "Bakanlığın merkez kuruluşu ve taşra kuruluşlarının her kademedeki yöneticileri, yapmakla yükümlü bulundukları hizmet veya görevleri, Bakanlık emir ve direktifleri yönünde mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten bir üst yönetici kademeye karşı sorumludur" hükmüne, Aynı yasanın "Yetki devri" başlıklı 31 nci maddesinde "Bakan, Müsteşar ve her kademedeki Bakanlık ve kuruluş yöneticileri, sınırlarını açıkca belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilir. Anayasa ve kanunlarda Bakan ve Müsteşar tarafından münhasıran kullanılması öngörülen yetkiler devredilemez.Yetki devri, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmaz." hükmüne , Aynı yasanın "Kadrolar" başlıklı 32 nci maddesinde "Hakimlik ve savcılık mesleğinde bulunanlara ait kadrolar hariç olmak üzere, kadroların tespit, ihdas, kullanımı ve iptali ile kadrolara ilişkin diğer hususlar, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre düzenlenir. Hakimlik ve savcılık mesleğinde bulunanların kadroları ile bu kadrolara ilişkin bütün hususlar özel kanununda düzenlenir." hükmüne

Aynı yasanın "Atama" başlıklı 33 ncü maddesinde ise "(Değişik birinci fıkra : 25/6/1992 - 3825/12 md.) Adalet Bakanlığında hakim ve savcı sınıfı dışında kalan personelin atanması, Bakan tarafından yapılır. Ancak, Bakan, Bakanlık Müşavirleri dışındaki personelin atanmasına ilişkin yetkisini yazılı olarak gerekli gördüğü alt kademelere devredebilir. Bakanlık bağlı kuruluşunun kuruluş kanunundaki atamaya ilişkin hükümler saklıdır." hükmüne yer verildiği, Atama tarihleri itibariyle yürürlükte bulunan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun (22/12/2005 tarih ve 5435 sayılı yasa ile değişik) "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşuna atama şartları ve şekli" başlıklı 37 nci maddesinde ise "Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda: a) Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından atama yapılır. b) 1. Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları alınarak, 2. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile atama yapılır.

Genel müdürlük daire başkanlıkları ile Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama yapılır. Bakanlık müşavirliklerine yapılacak atamalar Bakan onayı ile gerçekleştirilir. Bakanlık merkez teşkilâtında olmayıp, yargı görevinden bu görevlere atanacakların muvafakati alınır." hükmüne, Aynı yasanın "Geçici yetki ile görevlendirme" başlıklı 47 nci maddesinde "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, hakim ve savcıları hizmetin gereği olarak sürekli görev yerlerinin dışındaki bir yargı çevresinde veya aynı yerde geçici yetki ile görevlendirmeye yetkilidir. Sürekli görev yerlerinin dışındaki geçici yetki ile görevlendirmelerde hakim ve savcı ayırımı gözetilmez. Kendi yargı çevresi dışında geçici yetki ile görevlendirilenler o yerde dört aydan fazla çalıştırılamaz. Ancak, bu süre kendi istekleri veya hizmet gerekleri gözetilerek iki ay daha uzatılabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, hizmetin aksamaması için Adalet Bakanı, kadro durumu müsait bulunan bir yargı çevresindeki hakim veya savcıyı ihtiyaç duyulan başka bir yargı çevresinde görev yapmak üzere geçici olarak yetkili kılabilir.(Ek cümle: 22/12/2005 - 5435/20 md.) Ayrıca; Adalet Bakanı, adlî ara verme süresinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun onayına sunmadan verdiği geçici yetkileri kaldırabilir. Bu takdirde verilen karar, Kurulun ilk toplantısında onaya sunulur. Geçici yetkili olarak görev yapan hakim veya savcının Kurulca değiştirilmesi halinde Kurulun yetkili kılacağı hakim veya savcının gidip göreve başlamasına kadar, önceki yetkilinin yapmış olduğu işlemler geçerlidir.

Hakim ve savcıların muvafakatları ile Bakanlık hizmetlerinde geçici olarak görevlendirilmesi, doğrudan doğruya Adalet Bakanı tarafından Kurulun kararı olmaksızın yapılır. Bunlar hakkında ikinci fıkradaki süre hükmü uygulanmaz. Geçici yetki ile görevlendirilenlere, ödeme emri beklenmeksizin saymanlıklarca, tahakkuk edecek harcırahlarına mahsuben avans verilir." hükmüne yer verildiği görülmektedir. Mevzuat hükümleri irdelendiğinde; Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, yüksek müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları alınarak Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile, Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından, Hakim ve savcıların muvafakatları ile Bakanlık hizmetlerinde geçici olarak görevlendirilmesi, Kurulun kararı olmaksızın doğrudan doğruya Adalet Bakanı tarafından, Genel müdürlük daire başkanlıkları ile Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından ve yine Bakanlık müşavirliklerine Bakan onayı ile atama yapılacağı anlaşılmaktadır.

Adalet bakanının tüm bakanlık merkez teşkilatında çalışan hakim ve savcılar ile, taşrada görev yapan hakim ve savcıların tamamının örgütsel bağlarını, hangi yapıya veya sosyal gruba mensup olduklarını, mesleki beceri düzeylerini, yönetim kabiliyetlerini bilme olanağının olmayacağı kuşkusuzdur. Bakanlık müsteşarının teşkilattan gelmesi nedeniyle bu tür bilgileri çok sınırlı da olsa bilme, şahsi çabası ile araştırıp öğrenme olanağı bulunmaktadır. Bu husus doğal olarak bakanlık müsteşarını atamalarda bakandan sonra en etkili konuma taşımaktadır Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü'nün konuyla ilgili görevinin ise "Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun doğrudan görevine giren özlük işleri konularında ön çalışmalar yapmak, bunların dışında kalan özlük işleri ile Bakanlığa bağlı diğer personelin özlük işlerini yürütmek"ten ibaret olduğu, ayrıca Daire Başkanı statüsünde yapılacak atamalarda ise teklif makamı olduğu anlaşılmaktadır. Hakim-savcılar ve bakanlık personelinin "Açık ve Gizli Sicil Büroları"nın Personel Genel Müdürlüğü'ne bağlı olması nedeniyle, ilgili genel müdürlüğün bakanlık içinde yapılacak atamalar öncesinde yasal olarak bu sicillerde yer alan bilgiler yönünden Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı'nı bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Uygulamada bakanlık içi atamalarda Personel Genel Müdürü tarafından ilgilinin açık ve gizli sicil bilgileri bakan ve müsteşara arz edilerek bakan ve müsteşarın kimin atanacağına dair sözlü talimatı alınarak buna göre atama teklifinde bulunulduğu sanık B E ve tanık İ O tarafından beyan edilmiştir.

İddianamede isimlerine yer verilen FETÖ mensuplarının atama tarihleri dikkate alındığında;......

Adı geçenlerin çoğunlukla adli yargı mensubu olması, bakanlığa geliş tarihleri itibariyle de sanığın bakanlık bürokrasisindeki konumu dikkate alındığında, bakanlığa alınmalarında kritik rol oynadığını kabule imkan görünmemektedir. İddia makamı tarafından, iddianame ve esas hakkındaki mütalaada adlarına yer verilen FETÖ mensuplarının bakanlığa atandıkları ve sonraki süreçte birim amirliği görevlerine getirildikleri tarih itibariyle yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri uyarınca; - Atama yetkisinin sanığa ait olup olmadığı, - Bu isimlerin sanık tarafından önerilip önerilmedikleri, - İlgili şahısların herhangi bir örgütsel organizasyona dahil olup olmadıklarının bilinip bilinmediği,

- Sanığın bu örgütsel organizasyonun nihai amacını bilerek adı geçenlerin bakanlığa alınmalarında veya ünvanlı görevlere atanmalarında etkin rol üstlenip üstlenmediği ortaya konulmadan "Bu kişilerin getirilmesinde en çok ........ve B E'in etkisinin olduğu, isimler kim tarafından verilirse verilsin, kimlerin geleceğine bu kişilerin karar verdiği, Bakanlıkta o kadar kişinin makam sahibi olmasında etkileri olduğunun kesin olduğu, sanığın çalıştığı 1996-2010 yılları boyunca örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında etkin konumda olduğu" gibi o tarih itibariyle mevzuatta tanımlanan yetki ve sorumluluk düzeyi ile uygun olmayan ve fiili uygulama ile de uyuşmayan bir genelleme ile sanığın cezai sorumluluğu yönüne gidilmesi olanaklı değildir. ...........

Yine adı geçen tanıklar, sanığın 2012 tarihi öncesinde tüm muhafazakar kesimlere karşı yakın bir tutum içerisinde olduğunu, bu tutumun itikâdi hassasiyetten kaynaklanan bir tavır niteliğinde olduğunu, bu kapsamda (o zamanki adıyla) cemaate karşı da bir sempatisinin olduğunun açık olduğunu, ancak "atananlar hep cemaatçi olsun" gibi bir yaklaşımının olmadığını, kendi ölçülerinde "liyakatli olan seçilsin/atansın" şeklinde tanımlanabilecek bir yaklaşımının olduğunu beyan etmişlerdir.

Sanığın 2004-2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak örgütle ilişkisinin sağlıklı olarak analiz edilebilmesi için belirtilen dönemdeki siyasi konjonktürün de göz önüne alınmasında yarar bulunmaktadır. Türk siyasal yaşamında Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinden itibaren başlayan, Cumhuriyet döneminde ise 1960’lı yıllardan itibaren giderek artan ve bir kısır döngü haline dönüşen asker/yüksek yargı mensuplarının başını çektiği -bir takım iç güvenlik gerekçelerini öne sürerek- siyasal iktidarı vesayet altına alma girişimlerinin, muhafazakar bir çizgide siyaset yapan mevcut siyasal iktidar döneminde zirve yaptığı kuşkusuzdur. Bu kapsamda yeri gelmişken 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk oylamasının yapıldığı gün muhalefet tarafından Cumhurbaşkanı seçilebilmek için 367 yeter sayısının bulunmadığı gerekçesiyle itiraz edilmesi (367 krizi) üzerine aynı günün akşamında Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi üzerinden yayımlanan "e-muhtita" olayını, 14 Mart 2008'de iktidar partisine kapatma davası açılması, Anayasa Mahkemesi tarafından 30 Temmuz 2008'de 5 oya karşı 6 oyla kapatma kararı verilmesi, ancak yeterli nisabın oluşmaması nedeniyle iktidar partisinin kapatılmadığı olaylarını hatırlamakta yarar bulunmaktadır. İşte bu süreçte siyasal iktidarın, Türk siyasal hayatının darbelerle anılmasına sebep olan bu bürokratik vesayetin gücünü kırmak adına, devlet bürokrasisindeki atama tercihlerini askeri/bürokratik vesayete karşı kendisinin yanında duran muhafazakar kesimden yana kullandığı,

Örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda yıllarca kendisini "kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi" olarak tanıtarak, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca büyük bir ustalıkla kamuoyundan ve örgütün en alt tabakasındaki halk kesiminden gizlediği, Örgütün bu algı çalışmaları ile sadece kamuoyunu değil, değişik siyasal iktidarları manipule etttiği gibi mevut siyasal iktidarı da manipüle etmeyi başardığı, bu manipülasyonun örgütün gizlenen amacının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı 07 Şubat 2012 tarihli MİT krizine kadar devam ettiği, nitekim bu döneme ilişkin olarak örgütün manipülasyonun, yetkililerin "Aldatıldık" söylemi ile ifade edildiği,

Örgütün, 07 Şubat 2012 tarihine kadar askeri/bürokratik vesayete karşı hükumetin yanında yer alıyor görüntüsü verdiği, yıllarca kendisine ait eğitim kurumları üzerinden hazırlayarak kamuya yerleştirdiği yetişmiş insan kaynağını, atama tercihlerini bürokratik vesayete karşı duran muhafazakar kesimden yana kullanan siyasal iktidarın bu tercihinden yararlanarak bürokraside etkin noktalara taşıdığı, Uzun mücadeleler sonucunda bürokratik vesayetin kırılması üzerine, örgütün kamu yapılanmasında elde ettiği gücün etkisi ile 07 Şubat 2012 tarihinden itibaren yeni bir vesayet odağı olma çabasına girdiği, kamuoyundan, örgütün halk katmanından ve siyasi iradeden gizlediği nihai amacını gerçekleştirmek üzere eylem aşamasına geçtiği kuşkusuzdur.......

Bu tespitler ışığında 2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak; Sanığın 2004 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcısı, 2008 yılında ise Personel Genel Müdürü olduğu ve 2010 yılı HSYK seçimine kadar bu görevi yürüttüğü, Sanığın 2004-2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak örgütle hiyerarşik bir T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. bağ içerisinde olduğunu kabule elverişli yeterli kanıt bulunmadığı, 2004-2010 tarihleri arasında hükumetin bir bürokratı olarak cemaate (FETÖ'ye) karşı hükumetin tutumuna paralellik arzeden bir tutum içerisinde olduğu, örgütün kamuoyu ve siyaset kurumu tarafından bilinmeyen nihai amacının, hükumetin bir bürokratı olan ve siyaset kurumunun talimatları doğrultusunda hareket eden sanık tarafından da bilinmediği mahkememizce kabul edilmiştir.

3-2010 Yılı ve Sonrasındaki Dönem Gerekçeli kararın "Delillerin Değerlendirilmesi ve Mahkememizce Kabul Edilen Oluş" başlığı altında ayrıntısına yer verildiği üzere sanığın 2010 yılı ve sonrasındaki eylemelerine kısaca değinildiğinde; ............

- FETÖ mensuplarının daha çok genç hakimler arasında bulunduğu gerekçesiyle yapı mensuplarının yüksek mahkemelere üye seçilebilmelerini engellemek amacıyla "Danıştay ve Yargıtay üyeliğine seçilebilmek için meslekte fiilen 20 yıl çalışmış olma" koşulunu getiren yasa taslağının hazırlanması ve 6494 sayılı yasa içerisinde yasalaşmasını sağladığı, HSYK genel kurulunda da 20 yıllık sürenin hesabında avukatlıkta, askerlikte ve stajda geçen sürelerin sayılamayacağı düşüncesini ısrarla savunarak örgüt mensuplarının yüksek mahkemelere üye olmalarının önünü kesmeye dönük çalışmalar yürüttüğü, -2013 yılı temmuz ayı içinde Danıştay Başkanlığı seçiminde FETÖ'cülerin seçilmesini istedikleri ismin seçilmemesi için çalışma yürüttüğü, bir kısım Danıştay üyeleriyle toplantılar yaparak Zerrin GÜNGÖR ismi üzerinde mutabakata varılmasını ve adı geçenin seçilmesini sağladığı, -2013 yılı içinde FETÖ üyesi olmayan 51 Yargıtay ve 33 Danıştay üyesi ile, adı geçen kurumlarda görev yapan FETÖ'cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin deşifre edilmesi, FETÖ'cü olmayan üyelerin birbirleri ile tanışarak birlikte hareket etmek suretiyle FETÖ terör örgütü mensuplarının Yargıtay ve Danıştay'ın seçim ve yönetim işlerinde etkinliklerinin kırılması amacıyla Ankara Hakimevinde toplantılar düzenlediği, -FETÖ'ye karşı yürüttüğü mücadele kapsamında Yargıtay ve Danıştay'da FETÖ mensuplarının tespitine dönük yürüttüğü çalışmalar sonucu hazırladığı FETÖ'cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin listesinin birer örneğini MİT müsteşarı Hakan FİDAN, Şeref MALKOÇ, Mustafa ŞENTOP, Adalet Bakanı Sadullah ERGİN, o görevden alındıktan sonra da Adalet bakanı olan Bekir BOZDAĞ ile siyaset dünyasında ve kamu bürokrasisinde etkin üst düzey bazı kamu görevlilerine teslim ettiği, .........

07 Şubat 2012 tarihinde meydana gelen MİT krizi üzerine örgütün sadece sosyal tehlikeliliği bulunan bir kült hareket değil, devletin ulusal güvenliğini tehdit eden bir suç şebekesi/terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine, o tarihe kadar "örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemeye dönük" olarak devam eden hareket tarzının, bu tarihten sonra örgütün önceden ele geçirdiği mevzilerden de arındırılması sürecine dönüştüğü, Kısaca; sanığın örgüte karşı olan tutumunun 2010 HSYK sürecinden sonra aşama aşama negatife döndüğü ve giderek derinleştiği, sonunda da açıktan bir savaşa dönüştüğü görülmektedir. Burada yeri gelmişken sanığın kastını yorumlayabilmek ve örgüte karşı mücadele sürecindeki tutum ve davranışlarının zamanlamasını irdeleyebilmek için, devletin aynı süreçte FETÖ ile mücadeleye ilişkin güvenlik politikasına kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır. Devletin ulusal varlığına, bekasına, güvenliğine yönelik tehditlerin görüşüldüğü en üst organ olan Milli Güvenlik Kurulu gündemine ilişkin basın açıklamaları incelendiğinde; 26 Şubat 2014 tarihli toplantıda; "Halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimiz tehdit eden yapılanmalar ve faaliyetler görüşülmüştür."

30 Nisan 2014 tarihli toplantıda; "Halkımızın huzurunu ve ülkemizin güvenliğini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür, ayrıca ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve bunlara yönelik olarak alınması gerekli tedbirler değerlendirilmiştir." 26 Haziran 2014 tarihli toplantıda; "Halkımızın huzur ve güvenliğini tehdit eden eylemler ile bunlara karşı alınması planlanan tedbirler ayrıntılı olarak görüşülmüş, ayrıca devlet içindeki illegal yapılanmalara yönelik olarak yürütülen adli ve idari işlemler hakkında kurula bilgi sunulmuştur.

13 Ağustos 2014 tarihli toplantıda; "Halkımızın güvenliğini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüş, alınmasına ihtiyaç duyulan ilave tedbirler gözden geçirilmiştir." 30 Ekim 2014 tarihli toplantıda; "Ülkemizin güvenliği, halkımızın huzuru ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür. Bu kapsamda Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar, illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin krarlılıkla sürdürüleceği vurgulanmıştır." 30 Aralık 2014 tarihli toplantıda; "Paralel devlet yapılanması ve illegal oluşumlarla yürütülen mücadele hakkında kurula bilgi arz edilmiş.." 26 Şubat 2015 tarihli toplantıda "Paralel devlet yapılanması ve legal görünüm altında faaliyet gösteren illegal oluşumlara karşı yürütülen ulusal ve uluslararası hakkında kurul'a bilgi sunulmuştur"

29 Nisan 2015 tarihli toplantıda; "Milli güvenliği tehdit eden paralel devlet yapılanması ve illegal oluşumlara karşı yürütülen mücadele hakkında tafsilatlı bilgi arz edilmiş, mücadelenin kararlılıkla sürüdürülmesine vurgu yapılmıştır." 29 Haziran 2015 tarihli toplantıda; "Milli güvenliğimizi tehdit eden, başta paralel devlet yapılanması olmak üzere, tüm yasa dışı oluşumlara karşı yürütülen mücadeleye kararlılıkla devam edileceği bir kez daha dile getirilmiştir." 02 Eylül 2015 tarihli toplantıda; "Paralel devlet yapılanmasıyla, yurt içinde ve yurt dışında illegal ekonomik boyutu da dahil olmak üzere sürdürülmekte olan mücadelenin kararlılıkla devam ettirileceği vurgulanmıştır. Demokratik bir hukuk devleti olan ülkemizde kanun dışı hiç bir yapılanma ve eyleme müsaade edilmeyeceği, bu tür faaliyetler son buluncaya kadar mücadeleye devam edileceği ve bu mücadelenin hukuk çerçevesinde yürütüleceği ifade edilmiştir." 21 Ekim 2015 tarihli toplantıda; "Milli güvenliğimiz tehdit eden ve terör örgütleriyle işbirliği içerisinde hareket eden paralel devlet yapılanmasına karşı yürütülen kararlı mücadelenin çok yönlü olarak sürdürüleceği teyit edilmiştir" 18 Aralık 2015 tarihli toplantıda; "Paralel devlet yapılanmasıyla yurt içinde ve yurt dışında sürdürülmekte olan mücadelenin kararlılıkla devam ettirileceği teyit edilmiştir." 27 Ocak 2014 tarihli toplantıda; "Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamlı olarak görüşülmüştür. Bu çerçevede Milli güvenliğimize yönelik iç ve dış tehditler ile bölücü terör örgütüne, paralel devlet yapılanmasına ve DEAŞ'a karşı yurt içinde ve yurt dışında sürdürülen mücadele etraflıca değerlendirilmiştir." 24 Mart 2014 tarihli toplantıda; " "Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamlı şekilde görüşülmüştür. Bu çerçevede Milli güvenliğimize yönelen iç ve dış tehditler ile terör ve teröristle mücadele çalışmaları değerlendirilmiş, paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirlerin uygulanması üzerinde durulmuştur." 26 Mayıs 2016 tarihli toplantıda; "Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler, terör ve teröristle mücadelede gelinen aşama, milli güvenliğimiz tehdit eden ve bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirler görüşülmüştür." denildiği anlaşılmaktadır.

Milli Güvenlik Kurulu'nda 07 Şubat 2012 tarihinden sonra yaptığı toplantılara bakıldığında; FETÖ'nün, 07 Şubat MİT krizinden sonra yapılan 5 nci toplantı olan 30 Ekim 2014 tarihli MGK'da ilk kez"Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma" olarak tanımlandığı, 26 Mayıs 2016 tarihli toplantıda ise "milli güvenliğimiz tehdit eden ve bir terör örgütü" olarak tanımlandığı görülmektedir. Sanığın, Milli Güvenlik Kurulu'nun ilk kez 30 Ekim 2014 tarihli toplantısında "Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma" olarak tanımladığı FETÖ'ye karşı, bu tarihten çok çok önce aktif mücadeleye başladığı tüm dosya kapsamı ile sabittir. Yerleşik yargıtay uygulamalarında ve doktrinde örgüt üyeliği (ve bu kapsamda yöneticilik) silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır.

Örgüt üyesi, örgüt amacını bilerek kabul eden, benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade eder. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de, örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması sebebiyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. Örgüt üyeliğinin söz konusu olmadığı bir yerde örgüt yöneticiliği suçunun da oluşması söz konusu olamaz.

Sanık B E in 2010 yılı ve sonrasındaki eylemleri irdelendiğinde

Sanığın 2010 HSYK seçim sonuçları açıklandıktan sonra, örgütün sosyal tehlikeliliğinin farkına vararak, başta HSYK genel sekreterliğinde olmak üzere örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemek amacıyla örtülü bir savaş verdiği, 07 Şubat 2010 tarihinde örgütün bir terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine bu örtülü mücadeleyi açıktan bir savaşa dönüştürdüğü, Örgütün gerçek amacının farkına vararak bu amacı benimsemeyen, kendi iradesini örgüt iradesine teslim etmeyen, idaresini örgüte teslim etmemek bir yana, açıkça örgüte karşı mücadele veren, bulduğu her fırsatta gerek bakanlık teşkilatında, gerekse yargı teşkilatının etkin noktalarında bulunan FETÖ mensuplarının tasfiyesi için etkin mücadele yürüten, yasa taslakları hazırlayan, bazı taslakların yasalaşmasını sağlayan, sınav yolsuzluğunu ortaya çıkartarak teşkilata yeni sızmaların önüne geçen, teşkilattaki örgüt mensuplarının tespiti hususunda çalışmalar yürüterek buna ilişkin listeleri devletin ulusal güvenliğiyle doğrudan ilgili birimleri başta olmak üzere ilgili makamlarla paylaşan, örgütün yolsuzluk kılıfı ile gerçekleştirdiği 17/25 aralık operasyonlarının boşa çıkartılmasında üstün gayret gösteren, yargıda örgüte karşı verilen mücadelenin bayraktarlığını yapan YBP'nin kurulmasını sağlayan, 2014 HSYK seçimlerinde örgüte karşı tüm teşkilatı uyaran bildiri yayımlayarak örgütün seçimlerde başarısız olması için çaba sarf eden sanığın örgütün hiyerarşisine dahil olduğunun kabul edilemeyeceği, bu nedenle örgütü yöneticisi, örgüte üyesi veya örgüte yardım eden olarak kabulüne olanak bulunmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.

E-SONUÇ OLARAK; Sanık B E hakkında FETÖ terör örgütününüm yöneticisi olduğu gerekçesiyle TCK'nun 314/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Örgüt Yöneticisi; Örgütün yapılanma modeli dikkate alındığında örgüt içerisindeki konumu itibariyle hiyerarşik üst olarak kabul edilen, örgüt üyeleri arasında disiplini tesis etme, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma, stratejisini belirleme, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme, koordinasyon yapma gibi faaliyetleri üstlenen kişiye yönetici denir. (M T, Silahlı terör Örgütü Kurmak, Yönetmek ve Üye Olmak, Terazi HD. Nisan 2018, s.114) Fail hiyerarşik olarak örgüt mensuplarının üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgütün üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunuyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol oynayabiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilmesi söz konusu olacaktır.

Failin örgüt yöneticisi olabilmesi için, örgütü bu suça ilişkin kastını ortaya koyacak kadar bir süreyle yönetmiş olması gereklidir. Fail, henüz yeni kurulan bir örgütte doğrudan yönetici olabilir ise de; önceden kurulmuş ve uzun süre faaliyet gösteren örgütler yönünden failin yönetici olabilmesi için öncelikle üye olması, örgütün tüm norm ve değerlerini tartışmasız bir şekilde içselleştirmesi, örgütün lider ve yöneticilerinde tam bir güven oluşturacak süre faaliyet göstermesi, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabilecek, planlama ve organizasyon yapabilecek kişisel özelliklere sahip olması, örgütün üst yönetim tabakası tarafından da kendisine örgütün nihai amacını gerçekleştirmek üzere insiyatif kullanma olanağının tanınması gerekecektir. Her ne kadar sanık hakkında Örgüt Yöneticisi olduğu gerekçesi ile TCK'nun 314/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; Yargılama sırasında toplanan deliller, dinlenen tanık beyanları, mahkememizce kabul edilen oluş dikkate alındığında sanığın yalnızca 1998-2004 yılları arasında örgütle organik bağ tesis ettiği anlaşılmaktadır. -Örgütün kuruluş tarihi, sanığın örgütte kaldığı süre, -Örgütün hiyerarşisine tabi olduğu mahkememizce kabul edilen zaman dilimindeki eylemleri, -FETÖ örgütü ile küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak örgütün ideolojik eğitim sürecinden (endoktrinasyon) geçmemiş olması, -Örgüt üyeleri M K Ö ve E D tarafından örgütün yurt dışındaki okulları için kendisinden himmet istendiğinde sanığın, eşinin Etimesgut'ta fakir bir semtte öğretmenlik yaptığını beyan ederek "Boş verin cemaati, benim eşimin tanıdığı o kadar fakir veli var ki, yardım yapacaksak gelin onlara yapalım, gözümüzün önünde fakir fukara dünya kadar insan varken Afrika'daki okula ben niye yardım edeceğim" şeklinde söyleyerek himmet/aidat ödemeye karşı çıkması, -Örgüt liderinin "ruhsat/tedbir" adı altında alkol kullanmaya ve cemaat mensuplarının eşlerinin başlarını açmalarına cevaz vermesi, ve "başörtüsü füruattır" şeklinde yaptığı açıklama üzerine "Bu nasıl bir hoca ? Adam Allah'ın örtünme emrine karşı açıkça tavır alıyor. Bu füruatsa füruat olmayan nedir?" şeklinde çok sert tepki göstererek grup liderini ve grup normlarını sorgulaması, bu anlamda örgütün yapılanma modeli ve inşa ettiği zihin yapısı dikkate alındığında mutlak itaat bilincinin olmaması, örgütün gizlilik (tedbir) doktrinine şiddetle karşı çıkması, -Örgütün yapılanma modeli dikkate alındığında örgüt içerisindeki konumu itibariyle hiyerarşik üst olarak kabul edildiğine, geniş bir alanda iş bölümü yaptığına, örgütün üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunduğuna, örgüt üyeleri arasında disiplini tesis etme, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma, stratejisini belirleme, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme, koordinasyon yapma, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol oynadığına, bu faaliyetleri denetleyebildiğine dair hakkında herhangi bir delil bulunmaması karşısında sanığın örgüt yöneticisi, olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Bu halde sanığın eylemlerinin örgüt üyeliği, veya örgüte yardım suçlarını oluşturup oluşturmadığının irdelenmesi gerekecektir. Bu irdelemeye geçmeden önce sanığın aşamalarda alınan savunmalarında "oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediğini, örgütün nihai amacının farkına vardığı 21/11/2011 tarihinden itibaren örgütle mücadeleye başladığını" savunması karşısında TCK'nın 30/1 maddesinde düzenlenen hata halinin incelenmesinde yarar bulunduğu mahkememizce değerlendirilmiştir. Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği ve Örgüte Yardım Suçlarının Değerlendirilmesi; Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır

Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir. TCK'nın "Hata" başlıklı 30. maddesinde ; "[1] Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâlisaklıdır. [2] Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır. [3] Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır. [4] (8.7.2005 T. 5377 sk ek) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz." hükmüne yer verilmiştir.

Maddede çeşitli hata halleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir. Maddenin 4 üncü fıkrasında; kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır. Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup, hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır. Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.

Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; "Kast, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddi unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata halinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir. Fıkrada ayrıca, maddi unsurlarda hata halinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir neticeyle karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır.." açıklamalarına yer verilmiştir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığa ceza verilmeyecektir.

Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk halinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. (Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.) Öğretide bu konuya ilişkin olarak; "Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. (Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi.)" ( Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522 ), "Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması halidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata halinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır" ( İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421 ) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.

Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hali de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK'nın 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 26/09/2017 tarih, 2017/16-956 E., 2017/370 K. Sayılı kararında vurgulandığı üzere; "FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY'nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK'nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür

Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY'nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir." denilmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak veya bu örgüte yardım suçlarına ilişkin, atılı suçların manevi unsur yönünden hukuki çerçevesi belirlenmiştir.

Bu doğrultuda yapılan incelemede; FETÖ terör örgütünün, kamuoyuna görünüşte meşru amaçlar gösterilmek suretiyle dini bir kült hareket olarak ortaya çıktığı, örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda kendisini "kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi" olarak tanıttığı, bu şeklide görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca gizlediği, Örgütün verdiği talimat üzerine örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan FİDAN ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olaylarının, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu gösterdiği, Yapılan soruşturmalar sonucunda elde edilen bilgiler doğrultusunda örgütün stratejisi çalışma sistemi, yapılanma modeli göz önüne alındığında; Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe azami ölçüde riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi biçiminde yapılandığı, Örgütün, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1 nci maddesinde tanımlanan "Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak" nihai amacını taşıdığı, bu amacı gerçekleştirmek üzere başta güvenlik bürokrasisi (TSK, Emniyet, MİT, Yargı vs.) olmak üzere "mahrem alan" adı altında amacı gerçekleştirmeye elverişli uygun bir teşkilatlanmaya gittiği,

Örgütün kadrolaşma stratejisinde kullandığı hukuk dışı yöntemler, örgütün "mahrem alan" ünitesinde görevli kamu görevlilerinin büyük kısmının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nın 314 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğunun açık olduğu, Nitekim örgüt, kuruluş amacı doğrultusunda TSK bünyesine yerleştirdiği üyeleri üzerinden 15 temmuz 2016 tarihinde anayasal düzeni değiştimek amacıyla silahlı darbe girişiminde bulunduğu, 250 vatandaşımızı şehit olduğu, 2500'ün üzerindeki vatandaşımızın da yaralandığı anlaşılmıştır.

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere örgütün yürüttüğü başarılı algı çalışmaları ile kendisinin yıllarca "barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi" olarak tanıtarak gayri meşru amaçlarını kamuoyundan gizleyerek kriminalize olmamaya çalışması, örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 24/06/2008 tarih ve 2008/9-82 E., 2008/181 K. sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesi, örgütün nihai amacının ancak 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan FİDAN ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması gibi olaylarla aşama aşama ortaya çıkmaya başlaması karşısında, bu tarihler öncesinde örgütün hiyerarşisine tabi olduğu veya örgüte yardım ettikleri iddia olunan kişilerin, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, atılı suçları işlediklerinin kabul edilebilmesi için örgütle olan bağları, örgüt içindeki konumları dikkate alınarak örgütün gayri meşru amacını bilip bilmedikleri üzerinde özellikle durulması gerekeceği, Zira yukarıda da açıklandığı üzere; gerek örgüt üyeliği suçu olsun gerekse örgüte yardım suçu olsun, ancak doğrudan kastla işlenebilen suçlar olup, failin atılı suçlardan herhangi birini işlediğinin söz konusu olabilmesi için öncelikle suça konu örgütün 3713 ayılı Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesinde tanımlanan amaçları gerçekleştirilmek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu bilmesi gerektiği,

Bu gerçekler göz önüne alındığında; sanığın örgütsel bağının ve kastının tam ortaya T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. konulabilmesi açısından, örgütsel organizasyona dahil olduğu iddia olunan tarihten itibaren örgütle olan ilişkisinin, örgütün kriminal bir yapı olduğunu zamanla ortaya koyan olaylar da dikkate alınarak değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu mahkememizce kabul edilmiştir. Yukarıdaki bölümlerde ayrıntılı olarak incelendiği üzere Sanık B E'in; 1-1996-2004 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak; Sanığın 1996 yılında yapı mensubu (4-5 tane küçük grubun birleşmesinden oluşan ve cemaat içinde genel grup olarak adlandırılan) 15-20 kişilik idari yargı hakiminden oluşan grubun iki toplantısına katıldığı

1996-2001 tarihleri arasında aynı dairede birlikte çalışmaları, aynı lojmanda oturmaları nedeniyle yakın arkadaş oldukları A H, İ O ve H Y ile zaman zaman bir araya geldikleri, bu buluşmalarda sanığın İmam Hatip Lisesi mezunu olması, hadis ve tefsir konusunda dikkat çekici bir yeterliliğe sahip olması nedeniyle hadis ve tefsir dersleri yaptığı, bu sohbetlerin örgütsel herhangi bir içerik barındırmadığı, 1998 yılında FETÖ mensubu D M C'in "Bizim sınava çalışan arkadaşlarımız var, onlara moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlarla da konuşur musun?" şeklinde teklifte bulunması üzerine bu teklifi kabul ederek 1998-2004 yılları arasında ve her yıl içerisinde ortalama 4-5 kez olmak üzere örgütün mezun çalışma evlerinde hadis ve tefsir dersleri verdiği

Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin bu tür faaliyetlerine izin vermeyecekleri, FETÖ terör örgütünde; örgütün nihai amacının, örgütün alt katmanları ve kamuoyu tarafından bilinmese de 28 şubat sürecinin devam ettiği, bu nedenle tüm dini cemaatlerin diken üstünde oldukları bir süreçte, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında olağanüstü duyarlı olan örgütün, özel önem atfettikleri hatta örgütün il imamlarının bile yerlerini bilmediği hakim-savcı çalışma evlerine sanığı götürmeleri, sanığın örgütsel organizasyona dahil olduğunun bir kanıtı olduğu,

1996-2004 tarihleri arasındaki dönemde FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, sanığın da örgütün nihai amacını bilmediğine dair savunması karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararında "Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir." ve yine aynı kararda "eylem tarihi itibariyle FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmasa da, örgüt piramidi içindeki konumları itibariyle "mahrem alan" alan kapsamında faaliyet gösteren kişilerin örgütün nihai amacını bilebilecek durumda olduklarının kabul edilmesi gerekeceği" yönündeki içtihatları doğrultusunda inceleme yapıldığında; -Hakim-savcı çalışma evlerinin operasyonel birim olmaması nedeniyle örgütün mahrem alan yapılanmasına dahil ünitelerden olmadığı, -Sanık B E'in de orta ve lise öğrenimi sırasında ailesinin yanında kaldığı, liseden sonra örgüte ait herhangi bir dershaneye gitmediği, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördüğü dönemde ise Hakyol Vakfı'na ait öğrenci evlerinde kaldığı dikkate alındığında, küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak örgütün endoktrinasyon sürecinden geçen kişilerden olmadığı, -Sanıktan örgütün yurt dışındaki okulları için himmet istendiğinde de itiraz ettiği ve vermediği, her hangi bir kod isim kullanmadığı, katalog evliliği yapmadığı, örgüt hiyerarşisinde bağlı olduğu bir üst sorumlunun bulunmadığı, -Örgütün ve liderinin -mahrem hizmetler biriminde mutlak olan- takiyye/tedbir söylem ve uygulamalarını sert şekilde eleştirmesi, örgüt liderini ve grup normlarını sorgulaması üzerine örgüte ait evlere bir daha çağrılmadığı, sanığın grup liderini ve normlarını sorgulayıcı tavrı dikkate alındığında örgütün mahrem alan yapılanmasında mutlak olan 'Koşulsuz İtaat Bilinci'nin olmadığı, -Sanığın kendisi hakkında "örgütün çalışma evlerine giderek hadis ve tefsir sohbeti yaptığı"na dair herhangi bir ifade, tanık beyanı, delil vs bulunmadığı bir aşamada ve 15 temmuz darbe girişimi ile örgütün nihai amacının hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak derecede ortaya çıktıktan sonra bizzat Ankara C.Başsavcılığına müracaat ederek "örgütün çalışma evlerinde hadis ve tefsir dersleri verdiği" yönünde beyanda bulunmasının "örgütün nihai amacını bilmediği" yönündeki savunmasını teyit ettiği,

Bu nedenlerle sanığın; 1998-2004 yılları arasında örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğunun kabul edilmesi gerekeceği, ancak sanığın örgütün mahrem alan yapılanmasına dahil olmaması nedeniyle o tarih itibariyle henüz kriminalize olmamış örgütün yasa dışı olan nihai amacını bildiğinin kabul edilemeyeceği, bu nedenle sanığın belirtilen zaman dilimi aralığında örgüt üyesi sayılacağı, ancak kastı itibariyle silahlı terör örgütü üyesi sayılmasının olanaklı olmadığı, bunun TCK 30/1 maddesinde düzenlenen tipik hata hali olduğu mahkememizce kabul edilmiştir

2-2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak; Sanığın 2004 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcısı, 2008 yılında ise Personel Genel Müdürü olduğu ve 2010 yılı HSYK seçimine kadar bu görevi yürüttüğü, 2004-2010 tarihleri arasında hükumetin bir bürokratı olarak cemaate (FETÖ'ye) karşı hükumetin tutumuna paralellik arzeden bir tutum içerisinde olduğu, örgütün kamuoyu ve siyaset kurumu tarafından bilinmeyen nihai amacının, hükumetin bir bürokratı olan ve siyaset kurumunun talimatları doğrultusunda hareket eden sanık tarafından da bilinmediği mahkememizce kabul edilmiştir.

3-2010 yılı ve sonrasındaki döneme ilişkin olarak; Sanığın 2010 HSYK seçim sonuçları açıklandıktan sonra, örgütün sosyal tehlikeliliğinin farkına vararak, başta HSYK genel sekreterliğinde olmak üzere örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemek amacıyla örtülü bir savaş verdiği, 07 Şubat 2012 tarihinde örgütün bir terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine bu örtülü mücadeleyi açıktan bir savaşa dönüştürdüğü, Örgütün gerçek amacının farkına vararak bu amacı benimsemeyen, kendi iradesini örgüt iradesine teslim etmeyen, idaresini örgüte teslim etmemek bir yana, açıkça örgüte karşı mücadele veren, bulduğu her fırsatta gerek bakanlık teşkilatında, gerekse yargı teşkilatının etkin noktalarında bulunan FETÖ mensuplarının tasfiyesi için etkin mücadele yürüten, yasa taslakları hazırlayan, bazı taslakların yasalaşmasını sağlayan, örgütün sınav yolsuzluğunu ortaya çıkartarak teşkilata örgüt mensuplarının yeni sızmalarının önüne geçen, teşkilattaki örgüt mensuplarının tespiti hususunda çalışmalar yürüterek buna ilişkin listeleri devletin ulusal güvenliğiyle doğrudan ilgili birimleri başta olmak üzere ilgili makamlarla paylaşan, örgütün yolsuzluk kılıfı ile gerçekleştirdiği 17/25 aralık operasyonlarının boşa çıkartılmasında üstün gayret gösteren, yargıda örgüte karşı verilen mücadelenin bayraktarlığını yapan YBP'nin kurulmasını sağlayan, 2014 HSYK seçimlerinde örgüte karşı tüm teşkilatı uyaran bildiri yayımlayarak örgütün seçimlerde başarısız olması için çaba sarf eden sanığın örgütün hiyerarşisine dahil olduğunun kabul edilemeyeceği gibi örgüte yardım eden olarak da kabulüne olanak bulunmadığı,

Sanığın, örgütün nihai amacının farkına vararak etkin mücadele yürüttüğü dönemde üzerinde taşıdığı "müsteşarlık" sıfatını ön plana çıkartarak, "Müsteşardı, o halde örgütün amacını bilmesi gerekirdi" gibi bir yaklaşımla, örgütsel organizasyona dahil olduğu mahkememizce kabul edilen 1998-2004 yılları arasındaki dönemden dolayı kendisine cezai sorumluluk üretmenin hukuki bir yaklaşım olmayacağı mahkememizce kabul edilmiş, bu doğrultuda hüküm kurulmuştur. TCK'nın 30/1 maddesinde düzenlenen "Hata Hali" ile TCK'nın 221 maddesinde düzenlenen "Etkin Pişmanlık" müessesesinin aynı anda bir araya gelip gelemeyeceği hususuna ilişkin olarak ise; Sanığın, soruşturma makamları tarafından FETÖ terör örgütünün yargı yapılanmasında görevli örgüt üyeleri hakkında henüz hiç bir soruşturma bulunmadığı bir aşamada, kendi yürüttüğü çalışmalar sonucu örgüt hiyerarşisinde bulunduğunu tespit ettiği bir kısım örgüt üyeleri ile ilgili olarak elde ettiği bilgileri, devletin ulusal güvenliğini sağlama ile ilgili görevleri bulunan bir kısım devlet organlarıyla paylaştığı, daha sonraki süreçte ise bu bilgileri soruşturma ve kovuşturma makamları ile de paylaştığı dosya kapsamı ile sabittir. Sanığın eyleminin TCK'nun 30/1 maddesinde düzenlenen "hata hali" kapsamında kaldığının dairemizce kabul edilmesi nedeniyle, "hata hali" (TCK 30/1) ile "etkin pişmanlık" (TCK 221) kurumunun aynı olayda uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin olarak; Hata hali, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin esaslı düzeyde bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması olarak adlandırılabilir. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur.

Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir T.C. YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ (İLK DERECE) Dosya-Karar No: 2019/11 Esas - 2021/5 UYAP Bilişim Sistemindeki bu dokümana http://vatandas.uyap.gov.tr adresinden Hk8n1LB - FmAT2q8 - JtMPL7C - CtrEYw= ile erişebilirsiniz. hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığın cezai sorumluluğu yönüne gidilemeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Dolayısıyla hata hali, suçun maddi unsurlarına ilişkin olması nedeniyle doğrudan failin kusurluluğunu etkileyen bir husustur. Etkin Pişmanlık ise; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen, bir suçun işlenmesinden sonra failin pişmanlık göstermesi durumunda cezasının azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması halidir.Etkin pişmanlık, ilgili olduğu suçun haksızlık ve suç olma niteliğini etkilemediği gibi failin kusurluluk durumu üzerinde de bir etkisi yoktur. Dolayısıyla cezanın tamamen ortadan kaldırılmasını gerektiren bir halin varlığında dahi suçsuz bulunmak anlamına gelen beraat kararı değil; ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir.



Sonuç olarak; "Hata hali"nin TCK 30/1 maddesinde doğrudan kusurluluğu (kastı) etkileyen bir neden olarak düzenlenmesi karşısında, fail hakkında belirtilen maddenin uygulanma koşullarının oluştuğu hallerde, failin kusurluluk durumu üzerinde herhangi bir etkisi olmayan ve bir suçun işlenmesinden sonra failin pişmanlık göstermesi nedeniyle hakkında hükmolunan cezasının azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğuran etkin pişmanlık müessesesinin uygulanma olanağının olmayacağı tabiidir.

Bu gerekçeler ışığında; her ne kadar sanık B E hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olduğundan bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanığın eyleminin ancak TCK 314/2 maddesi kapsamında "örgüt üyeliği" olarak değerlendirilebileceği, sanığın örgütün hiyerarşisi içinde bulunduğu zaman dilimi itibariyle örgütün nihai amacını bilmediği gibi, bu amacın kamuoyu tarafından da bilinmediği, TCK'nun 30/1 maddesinde düzenlenen, "Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz." hükmü gereğince sanığın CMK'nun 223/2-c maddesi uyarınca atılı suçtan beraatine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1- Her ne kadar sanık B E hakkında silahlı terör örgütü FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olduğundan bahisle cezalandırılması talep edilmiş ise de; TCK'nun 30/1 maddesinde düzenlenen, "Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz." hükmü gereğince sanığın atılı suçtan CMK'nun 223/2-c maddesi uyarınca BERAATİNE,

2- Sanık hakkında yurtdışına çıkmama şeklinde uygulanan ADLİ KONTROL TEDBİRİNİN KALDIRILMASINA,

3- Yapılan yargılama giderlerinin kamu üzerinde bırakılmasına,...






 
 
 

Comentários


Biz Size Ulaşalım

Mail adresiniz bize ulaştı, size döneceğiz.

©2022, ÖLÇEK HUKUK DANIŞMANLIK 

bottom of page