AHİM YENİ KARARINDA SÖZLEŞMENİN 5.MAD 3.FIKRAYA AYKIRILIK VAR DEDİ
- Fazlı ÖLÇEK
- 13 Ara 2023
- 11 dakikada okunur

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2.Daire yeni kararı ile Kolay ve diğerleri kararını verdi kararda öne çıkanlar şu şekilde ;
Tutuklama gerekçeleri Soyut ,genel , basma kalıp bir şekildedir.
Anayasa Mahkemesi'nin 5. maddenin 3. fıkrası uyarınca belirlediği içtihat uyarınca, tutuklunun bir suç işlediğine dair makul bir şüphenin devam etmesi, tutukluluğunun devamının geçerliliği için olmazsa olmaz bir koşuldur. Mahkeme ayrıca, tutukluluk emri veren ilk karardan itibaren ulusal makamların tutukluluk için ilgili ve yeterli gerekçeler gösterip göstermediğini tespit etmelidir. Bu diğer gerekçeler, kaçma riski, tanıklar üzerinde baskı kurulması veya delillerin tahrif edilmesi riski, gizli anlaşma riski, yeniden suç işleme riski veya kamu düzenini bozma riski ve buna bağlı olarak tutukluyu koruma ihtiyacı olabilir (bkz. Buzadji v. Moldova Cumhuriyeti [BD], no. 23755/07, §§ 87-88 ve 101-102, 5 Temmuz 2016). Bu riskler gerektiği gibi kanıtlanmalıdır ve yetkililerin bu noktalardaki gerekçeleri soyut, genel veya basmakalıp olamaz (bkz. Merabishvili v. Gürcistan [GC], no. 72508/13, § 222, 28 Kasım 2017).
Tutuklama kararlarında bahsedilen deliller ile başvuranların şüphelendikleri silahlı bir örgüte üye olma suçunu işlediklerine dair "makul şüphenin" varlığı arasındaki bağlantı gösterilememiştir
Mahkeme, başvuranların ilk tutukluluklarını ve devam eden tutukluluklarını emrederken, adli makamların, başvuranların bir suç işlediğine dair somut belirtiler bulunduğuna dair bulgularını desteklemek için kalıplaşmış bir şekilde çok sayıda kanıt sunduğunu belirtmektedir (bkz. yukarıdaki 3. paragraf). Bununla birlikte, Mahkeme'nin görüşüne göre, ulusal mahkemeler, tutuklama kararlarında bahsettikleri deliller ile başvuranların şüphelendikleri silahlı bir örgüte üye olma suçunu işlediklerine dair "makul şüphenin" varlığı arasındaki bağlantıyı gösterememiştir.

Katalog suç ile otomatik tutuklama gibi tutuklulukta herhangi bir zorunlu tutukluluk sisteminin kendi başına Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrası ile bağdaşmamaktadır.
Tutuklamalar "suçun niteliği" temelinde gerekçelendirildiği ölçüde, Mahkeme, başvurucuların tutukluluğuna karar veren mahkemelerin, başvurucuların CMK'nın 100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçlarla ("katalog" suçlar olarak da anılacaktır) suçlandıklarını değerlendirdiğini belirtmektedir. Bu "katalog" suçlarla ilgili olarak, Mahkeme, CMK'nın 100. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, Türk hukukunun belirli suçlar için tutuklama gerekçelerinin varlığına dair yasal bir karine olduğunu belirtmektedir (kaçma, delilleri tahrif etme veya tanıklara, mağdurlara ve diğer kişilere baskı yapma riski). Bu bağlamda, Mahkeme, tutuklulukta herhangi bir zorunlu tutukluluk sisteminin kendi başına Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrası ile bağdaşmadığını bir kez daha teyit eder. Kanunun, tutukluluğun gerekçelerine ilişkin bir karine öngördüğü durumlarda, yine de bireysel özgürlüğe saygı kuralından ayrılmayı gerektiren somut gerçeklerin olduğu ikna edici bir şekilde gösterilmelidir. Bu durum, yargı makamlarının bir şüphelinin tutuklanmasını, söz konusu suçun niteliğine veya kanunda öngörülen olası cezanın ağırlığına göre haklı gösterdiği durumdur (ayrıca yukarıda anılan Tuncer Bakırhan, §§ 46-49). Bu nedenle Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvuranların tutukluluk kararını verirken bireyselleştirilmiş bir inceleme yapıp yapmadığını incelemelidir.
Mahkemelerin tutukluluğun devamı kararlarında, bireyselleştirilmiş bir analiz içermediğini gözlemlenmektedir
Başvurucuların tutuklu yargılanmak veya tutuklu kalmak için ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen diğer gerekçelere ilişkin olarak, Mahkeme ilk olarak, delillerin durumu, gözaltında geçirilen süre ve başvurucuların kaçma ve delilleri tahrif etme riski gibi iç hukuka göre tutukluluk gerekçelerinin genel ve soyut bir şekilde formüle edilmiş bir şekilde sıralanmasını gerektirdiğini gözlemlemektedir. Mahkeme, darbe girişimini çevreleyen özel koşullar göz önüne alındığında, başvuranların kaçma ve/veya delilleri tahrif etme riskinin, en azından ceza soruşturmasının ilk aşamasında, tutukluluk tedbirini haklı gösterebileceğini kabul etmeye hazır olmakla birlikte, yine de başvuranların tutukluluğunun devam etmesini emreden müteakip kararların bu açıdan bireyselleştirilmiş bir analiz içermediğini gözlemlemektedir. Mahkeme'nin görüşüne göre, mevcut davada olduğu gibi kalıplaşmış ve kalıplaşmış terimlerle ifade edilen kararlar, hiçbir şekilde bir kişinin tutukluluğunun devam etmesini haklı çıkarmak için yeterli kabul edilemez (bkz., mutatis mutandis, Şık v. Türkiye, hayır. 53413/11, § 62, 8 Temmuz 2014). Bu durum, özellikle mevcut davada başvuranların bir yıldan dört yıla kadar değişen sürelerde tutuklu kaldıkları göz önüne alındığında geçerlidir.
Mahkemeler, tutukluluğun devamı kararlarını haklı çıkarmak için "yeterli" olarak kabul edilemeyecek gerekçelerle tutukluluk halinin uzatılmasına karar vermişlerdir ve uzatmışlardır
Mahkeme, Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrasının benzer nedenlerle ihlal edildiğine karar verdiği birçok davayı incelediğini belirtmektedir (bkz. yukarıda anılan Tuncer Bakırhan, §§ 40-58 ve burada belirtilen davalar). Mevcut davada, ulusal yargı makamları tarafından sunulan gerekçeleri dikkate alarak, Mahkeme, söz konusu tedbiri haklı çıkarmak için "yeterli" olarak kabul edilemeyecek gerekçelerle başvuranların tutukluluk halinin uzatılmasına karar verdiklerini ve uzattıklarını değerlendirmektedir.
Ahim kararı tamamı ise şu şekildedir;
YARGI
STRAZBURG
12 Aralık 2023
Bu karar kesindir, ancak editoryal revizyona tabi olabilir.
Kolay ve Diğerleri v. Türkiye,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm), aşağıdakilerden oluşan bir Komite olarak oturmaktadır:
Jovan Ilievski, Başkan, Lorraine Schembri Orland, Diana Sârcu, yargıçlarve Dorothee von Arnim, Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı,
Dikkate alınarak:
İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin ("Sözleşme") 34. maddesi uyarınca ekli tabloda yer alan başvurucular ("başvurucular") tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Mahkeme'ye yapılan başvurular;
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Sayın Hacı Ali Açıkgül tarafından temsil edilen Türk Hükümeti'ne ("Hükümet"), Sözleşme'nin 5. maddesi uyarınca bir suçun işlenmesine ilişkin makul şüphe bulunmadığı iddiasıyla ilgili şikayetlerin bildirilmesine karar verilmesi, tutukluluk için ilgili ve yeterli nedenlerin bulunmadığı, tutukluluğun süresi, tutukluluğun hukuka uygunluğuna ilişkin yargısal denetimin etkisizliği ve tazminat almak için bir çarenin bulunmaması ve başvuruların geri kalanının kabul edilemez ilan edilmesi;
tarafların gözlemleri;
Hükümetin başvuruların bir Komite tarafından incelenmesine yönelik itirazının reddedilmesi kararı;
21 Kasım 2023 tarihinde özel olarak müzakere ettikten sonra,
Bu tarihte kabul edilen aşağıdaki kararı verir:
DAVANIN KONUSU
1. Mevcut başvurular esas olarak 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin ardından, Türk makamları tarafından "Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması" olarak tanımlanan bir örgüte üye oldukları şüphesiyle tutuklanmaları ve tutuklu yargılanmalarına ilişkindir – Yetkililer tarafından darbe girişiminin arkasında olduğu düşünülen (Hükümet tarafından ilan edilen olağanüstü halin ayrıntıları ve ardından Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne verilen derogasyon bildirimi de dahil olmak üzere, darbe girişiminden sonra ortaya çıkan olaylara ilişkin ayrıntılı bilgi), olağanüstü hal ilanını takip eden yasal gelişmelerin yanı sıra, Baş v. Türkiye, no. 66448/17, §§ 6-14 ve 109-10, 3 Mart 2020).
2. Başvurucular, başta FETÖ/PDY üyeliği şüphesi olmak üzere, Ceza Kanunu'nun 314. maddesinden cezalandırılması gereken bir suç olan çeşitli tarihlerde tutuklanmış ve tutuklu yargılanmışlardır (bkz. yukarıda anılan Baş, § 58). Başvurucular tutuklama kararlarına karşı itirazda bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır. Devam eden ceza soruşturmaları ve yargılamaları sırasında çeşitli tarihlerde, yetkili adli makamlar başvuranların tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvuranlar, bir yıldan dört yıla kadar altı aya kadar değişen sürelerde tutuklu tutulmuşlardır.
3. Dava dosyalarındaki bilgi ve belgelerden, başvurucuların tutukluluk halinin uzatılması kararını verirken ve uzatırken, yetkili yargı makamlarının FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğunu gösteren tanık beyanları, sosyal medya paylaşımları, FETÖ/PDY yanlısı yayınlara sahip olma, FETÖ/PDY yanlısı yayınlar bulundurma, MECLİS MECLİS MECLİSİ YÖNETMELİK, söz konusu örgütle iltisaklı olan ya da OHAL KHK'ları ile kapatılan örgütler; FETÖ/PDY'ye veya FETÖ/PDY ile bağlantısı olan kurumlara maddi destek sağlanması, toplantılara katılması veya düzenlenmesi, örgütün üst düzey yöneticileriyle iletişim kurulması, FETÖ/PDY üyeleri arasında iletişimin sağlanması, FETÖ/PDY evlerinde kalınması ve diğer çeşitli faaliyetlerde bulunulması kuruluşun emriyle faaliyetler.
4. Dava dosyalarından da anlaşıldığı üzere, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun ("CMK") 100. ve 101. maddeleri uyarınca, bu hükümlerin metni için bkz. 28749/18, §§ 71-72, 10 Aralık 2019), yetkili yargı makamları, başvurucuları özgürlüklerinden mahrum bırakma kararlarını sadece makul şüphenin varlığına dayanarak değil, aynı zamanda silahlı terör örgütü üyeliği iddiasının niteliği ve ciddiyeti ve bu suçun CMK nin 100. maddesinin 3. fıkrasında listelenen "katalog" suçlar arasında yer alması gerekçesiyle gerekçelendirmiştir. Bireyselleştirilmiş bir değerlendirme yapmadan, delillerin durumuna ve başvuranların kaçma ve delilleri tahrif etme riskine de dayanmışlar ve tutukluluğun bu koşullarda orantılı bir önlem olacağını düşünmüşlerdir. Ayrıca, yargılamanın sonraki aşamalarında, yetkili hakimler, tutukluluklarının uzatılmasına karar verirken, bu faktörün kararlarıyla ilgisini açıklamadan, başvuranların tutuklulukta geçirdikleri süreyi dikkate almışlardır.
5. Bu arada başvurucular, tutuklama kararlarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine bir veya daha fazla bireysel başvuruda bulunmuş, diğerlerinin yanı sıra, suç işlediklerine dair makul şüphe bulunmadığından ve tutukluluk kararını haklı kılacak nedenlerin bulunmadığından şikayet etmiş, bunların tümü Anayasa Mahkemesi tarafından özet olarak kabul edilemez olarak ilan edilmiştir.
6. Taraflarca sunulan son bilgilere göre, başvurucuların çoğu, ilk derece mahkemeleri tarafından tutuklandıkları sırada mevcut olan veya yargılamanın daha sonraki bir aşamasında ortaya çıkan delillere dayanarak silahlı terör örgütü üyeliğinden mahkûm edilmiştir. Ayrıca, yargılamanın çoğunlukla temyiz mahkemelerinde veya Anayasa Mahkemesinde derdest olduğu görülmektedir.
MAHKEME'NİN DEĞERLENDİRMESİ
I. BAŞVURULARIN KATILIMI
7. Mahkeme, başvuruların benzer konularını dikkate alarak tek bir kararda birlikte incelemeyi uygun bulmuştur.
II. SÖZLEŞME'NİN 5. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİA EDİLMESİ
8. Başvurucular, tutukluluğu gerektiren bir suç işlediklerine dair makul şüphe uyandıran somut bir delil bulunmadığından şikâyet etmişlerdir. Ayrıca, yerel mahkemelerin tutukluluklarının devamına karar veren kararlarında ilgili ve yeterli gerekçeler sunmadıklarını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca, yerel makamların gözaltına alternatif tedbirleri dikkate almadıklarını da ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda, Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve 3. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
9. Hükümet ilk olarak, Mahkeme'den, CMK'nın 141. maddesi uyarınca telafi edici kanun yolundan yararlanmamış olan veya tazminat talepleri halen derdest olan başvurucularla ilgili olarak bu şikayetlerin kabul edilemez olduğuna karar vermesini istemiştir. Hükümet ayrıca, başvuranlardan bazılarının CMK 'nin 141. maddesi uyarınca tazminat aldıklarını ve bu nedenle mağdur statülerini kaybettiklerini iddia etmiştir. Ayrıca, Mahkeme'den, başvurucuların başvurularının yapılmasından sonra davalarındaki gelişmeler hakkında Mahkeme'yi bilgilendirmedikleri sürece, başvuruların başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak kabul edilemez olduğunu ilan etmesini istemişlerdir. Hükümet son olarak, başvuranların ilk ve devam eden tutukluluklarının iç mevzuata ve Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve 3. maddelerine uygun olduğunu ileri sürmüştür.
10. Mahkeme, Hükümet tarafından ileri sürülen benzer itirazların Türkiye aleyhine açılan diğer davalarda da reddedildiğini belirtmektedir (bkz., örneğin, Baş v. Türkiye, no. 66448/17, §§ 118-21, 3 Mart 2020; Alparslan Altan / Türkiye, no. 12778/17, §§ 84-85, 16 Nisan 2019; Selahattin Demirtaş / Türkiye (no. 2) [GC], hayır. 14305/17, §§ 212-214, 22 Aralık 2020; ve Turan ve Diğerleri / Türkiye, nos. 75805/16 ve 426 diğerleri, §§ 57-64, 23 Kasım 2021) ve mevcut davada bu bulgulardan ayrılmak için bir neden görmemektedir. Bu nedenle Mahkeme, başvuranların Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve 3. maddeleri kapsamındaki şikayetlerinin Sözleşme'nin 35 . maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi anlamında açıkça temelsiz olmadığını veya başka herhangi bir gerekçeyle kabul edilemez olmadığını değerlendirmektedir. Bu nedenle kabul edilebilir olarak ilan edilmelidirler.
A. Başvurucuların tutukluluk kararlarında gerekçe bulunmadığı iddiası (Sözleşme Madde 5 § 3)
11. Anayasa Mahkemesi'nin 5. maddenin 3. fıkrası uyarınca belirlediği içtihat uyarınca, tutuklunun bir suç işlediğine dair makul bir şüphenin devam etmesi, tutukluluğunun devamının geçerliliği için olmazsa olmaz bir koşuldur. Mahkeme ayrıca, tutukluluk emri veren ilk karardan itibaren ulusal makamların tutukluluk için ilgili ve yeterli gerekçeler gösterip göstermediğini tespit etmelidir. Bu diğer gerekçeler, kaçma riski, tanıklar üzerinde baskı kurulması veya delillerin tahrif edilmesi riski, gizli anlaşma riski, yeniden suç işleme riski veya kamu düzenini bozma riski ve buna bağlı olarak tutukluyu koruma ihtiyacı olabilir (bkz. Buzadji v. Moldova Cumhuriyeti [BD], no. 23755/07, §§ 87-88 ve 101-102, 5 Temmuz 2016). Bu riskler gerektiği gibi kanıtlanmalıdır ve yetkililerin bu noktalardaki gerekçeleri soyut, genel veya basmakalıp olamaz (bkz. Merabishvili v. Gürcistan [GC], no. 72508/13, § 222, 28 Kasım 2017).
12. Mahkeme, başvuranların ilk tutukluluklarını ve devam eden tutukluluklarını emrederken, adli makamların, başvuranların bir suç işlediğine dair somut belirtiler bulunduğuna dair bulgularını desteklemek için kalıplaşmış bir şekilde çok sayıda kanıt sunduğunu belirtmektedir (bkz. yukarıdaki 3. paragraf). Bununla birlikte, Mahkeme'nin görüşüne göre, ulusal mahkemeler, tutuklama kararlarında bahsettikleri deliller ile başvuranların şüphelendikleri silahlı bir örgüte üye olma suçunu işlediklerine dair "makul şüphenin" varlığı arasındaki bağlantıyı gösterememiştir.
13. Bir suçun işlendiğine dair "makul şüphe" olduğu varsayılsa bile, tutukluluk kararlarının tutukluluğun gerekliliğini haklı kılan ilgili ve yeterli nedenleri içermesi gerekir. Bu bağlamda, Mahkeme, Türkiye'de, Sözleşme'nin gerektirdiği şekilde, iç hukukun yetkili yargı makamlarının bir şüphelinin tutuklu yargılanmasına ve tutuklamanın gerekliliğini değerlendirirken "ilgili ve yeterli" gerekçeler ileri sürmesi gerektiğini öngördüğünü gözlemlemektedir. Bu, HMK'nın 100. ve 101. maddelerinde yer alan ve bir şüphelinin tutuklu yargılanması veya tutukluluğu kararlarının hukuki ve fiili nedenler içermesi gerektiğini öngören usule ilişkin bir yükümlülüktür (bkz. Tuncer Bakırhan/Türkiye, no. 31417/19, §§ 23-24, 14 Eylül 2021).
14. Mahkeme bu bağlamda, yetkili mahkemelerin tutukluluk için aşağıdaki gerekçelere dayandığını belirtmektedir: suçun niteliği; ilgili suç için kanunda öngörülen cezaların ağırlığı; delillerin durumu; gözaltında geçirilen süre; başvuranların kaçma ve delilleri tahrif etme riski; ve tutukluluğa alternatif tedbirlerin yetersiz göründüğü bulgusu (bkz. yukarıdaki 4. paragraf).
15. Tutuklamalar "suçun niteliği" temelinde gerekçelendirildiği ölçüde, Mahkeme, başvurucuların tutukluluğuna karar veren mahkemelerin, başvurucuların CMK'nın 100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçlarla ("katalog" suçlar olarak da anılacaktır) suçlandıklarını değerlendirdiğini belirtmektedir. Bu "katalog" suçlarla ilgili olarak, Mahkeme, CMK'nın 100. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, Türk hukukunun belirli suçlar için tutuklama gerekçelerinin varlığına dair yasal bir karine olduğunu belirtmektedir (kaçma, delilleri tahrif etme veya tanıklara, mağdurlara ve diğer kişilere baskı yapma riski). Bu bağlamda, Mahkeme, tutuklulukta herhangi bir zorunlu tutukluluk sisteminin kendi başına Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrası ile bağdaşmadığını bir kez daha teyit eder. Kanunun, tutukluluğun gerekçelerine ilişkin bir karine öngördüğü durumlarda, yine de bireysel özgürlüğe saygı kuralından ayrılmayı gerektiren somut gerçeklerin olduğu ikna edici bir şekilde gösterilmelidir. Bu durum, yargı makamlarının bir şüphelinin tutuklanmasını, söz konusu suçun niteliğine veya kanunda öngörülen olası cezanın ağırlığına göre haklı gösterdiği durumdur (ayrıca yukarıda anılan Tuncer Bakırhan, §§ 46-49). Bu nedenle Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvuranların tutukluluk kararını verirken bireyselleştirilmiş bir inceleme yapıp yapmadığını incelemelidir.
16. Başvurucuların tutuklu yargılanmak veya tutuklu kalmak için ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen diğer gerekçelere ilişkin olarak, Mahkeme ilk olarak, delillerin durumu, gözaltında geçirilen süre ve başvurucuların kaçma ve delilleri tahrif etme riski gibi iç hukuka göre tutukluluk gerekçelerinin genel ve soyut bir şekilde formüle edilmiş bir şekilde sıralanmasını gerektirdiğini gözlemlemektedir. Mahkeme, darbe girişimini çevreleyen özel koşullar göz önüne alındığında, başvuranların kaçma ve/veya delilleri tahrif etme riskinin, en azından ceza soruşturmasının ilk aşamasında, tutukluluk tedbirini haklı gösterebileceğini kabul etmeye hazır olmakla birlikte, yine de başvuranların tutukluluğunun devam etmesini emreden müteakip kararların bu açıdan bireyselleştirilmiş bir analiz içermediğini gözlemlemektedir. Mahkeme'nin görüşüne göre, mevcut davada olduğu gibi kalıplaşmış ve kalıplaşmış terimlerle ifade edilen kararlar, hiçbir şekilde bir kişinin tutukluluğunun devam etmesini haklı çıkarmak için yeterli kabul edilemez (bkz., mutatis mutandis, Şık v. Türkiye, hayır. 53413/11, § 62, 8 Temmuz 2014). Bu durum, özellikle mevcut davada başvuranların bir yıldan dört yıla kadar değişen sürelerde tutuklu kaldıkları göz önüne alındığında geçerlidir.
17. Mahkeme, Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrasının benzer nedenlerle ihlal edildiğine karar verdiği birçok davayı incelediğini belirtmektedir (bkz. yukarıda anılan Tuncer Bakırhan, §§ 40-58 ve burada belirtilen davalar). Mevcut davada, ulusal yargı makamları tarafından sunulan gerekçeleri dikkate alarak, Mahkeme, söz konusu tedbiri haklı çıkarmak için "yeterli" olarak kabul edilemeyecek gerekçelerle başvuranların tutukluluk halinin uzatılmasına karar verdiklerini ve uzattıklarını değerlendirmektedir.
18. Sözleşme'nin 15. maddesi ve Türkiye'nin derogasyonu ile ilgili olarak Mahkeme, başvurucuların darbe girişiminden kısa bir süre sonra – yani olağanüstü hal ilanına ve Türkiye'nin derogasyon bildirimine yol açan olaydan – kısa bir süre sonra gözaltına alındığını ve bunun Sözleşme'nin 5. maddesinin yorumlanmasında ve uygulanmasında tamamen dikkate alınması gereken bağlamsal bir faktör olduğunu belirtmektedir (bkz. Alparslan Altan v. Türkiye, hayır. 12778/17, § 147, 16 Nisan 2019). Bununla birlikte, yargı makamlarının bir şüpheliyi tutuklu bırakmaya veya tutuklamaya karar verirken "ilgili ve yeterli" gerekçeler sunmasını ve alternatif önlemlerin neden yetersiz kalacağına dair yasal ve olgusal nedenler sunmasını gerektiren CMK 'nin 100. ve 101. maddeleri, CMK 'nin özgürlükten yoksun bırakmalara ilişkin diğer bazı hükümlerinden farklı olarak, olağanüstü hal sırasında değiştirilmemiştir (bkz. örneğin, Alparslan Altan, §§ 113 ve 117 ve Baş, § 81, her ikisi de, darbe girişiminden sonra, dava dosyalarına erişim ve tutuklama kararlarına karşı itirazların incelenmesi gibi tutuklu yargılananlar için iç hukukta öngörülen usuli güvencelere getirilen kısıtlamalar için). Bu nedenle başvurucuların tutukluluğuna, olağanüstü halin ilanından önce yürürlükte olan ve halen yürürlükte olan mevzuat esas alınarak karar verilmiştir (bkz., mutatis mutandis, Akgün / Türkiye, no. 19699/18, § 183, 20 Temmuz 2021). Hükümet, başvuranların 5. madde kapsamındaki şikayetlerinin Sözleşme'nin 15. maddesi perspektifinden incelenmesini talep etmekle birlikte, CMK 'nin 100. ve 101. maddelerinde belirtilen yukarıda belirtilen gerekliliklerden sapmayı haklı çıkaracak argümanlar sunmamıştır. Bu nedenle, Mahkeme, yukarıda açıklanan gerekliliklere uyulmamasının, Türkiye Hükümeti tarafından Sözleşme'nin 15. maddesi uyarınca bildirilen istisna ile haklı gösterilebileceğinin ve "durumun gereklerinin kesinlikle gerektirdiği ölçünün" ötesine geçmediğinin tespit edilmediği kanaatindedir (bkz., mutatis mutandis, Mehmet Hasan Altan v. Türkiye, hayır. 13237/17, § 140, 20 Mart 2018). Bu durum, özellikle başvuranların her davada en az bir yıl süren tutukluluk süreleri göz önüne alındığında geçerlidir. Mahkeme bu bağlamda, Sözleşme'nin 15. maddesinin uygulanmasına yol açan mülahazaların, ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü halin devam etmekle birlikte yoğunluğunun azalması nedeniyle giderek daha az güçlü ve ilgili hale geldiğini, bu noktada "zaruret" kriterinin daha katı bir şekilde uygulanması gerektiğini belirtmektedir (bkz. yukarıda anılan, § 224).
19. Yukarıdakiler ışığında, Mahkeme, tüm başvuranlar bakımından Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
B. Başvuranların ceza gerektiren bir suç işlediğine dair makul şüphe bulunmadığı iddiası (Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c))
20. Mahkeme, mevcut davanın özel koşullarını (bkz. yukarıdaki 12-13. paragraflar) ve Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrası kapsamındaki bulgularını (bkz . yukarıdaki 19. paragraf) dikkate alarak, mevcut davada, başvuranlara yönelik şüphenin ilk gözaltına alındıkları sırada "makul" olduğunu gösteren herhangi bir objektif bilgi olup olmadığının belirlenmesinin gerekli olmadığı kanaatindedir (benzer bir yaklaşım için, bk. Tuncer Bakırhan, yukarıda anılan, §§ 36-39).
III. DİĞER ŞİKAYETLER
21. Sözleşme'nin 5. maddesinin 3., 4. ve 5. maddeleri uyarınca kalan şikayetlerle ilgili olarak Mahkeme, yukarıdaki 5. maddenin 3. fıkrası kapsamındaki bulguları ve Turan ve Diğerleri (yukarıda anılan, § 98) davasındaki değerlendirmeleri ışığında, bu şikayetlerin kabul edilebilirliğini ve esasını incelememeye karar vermiştir.
SÖZLEŞME'NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
22. Başvuruculardan bazıları, verilen süre içinde haklı tatmin talebinde bulunmamış veya sunmamıştır. Buna göre, Mahkeme, bu hesapta kendilerine herhangi bir meblağ verilmesi için herhangi bir çağrı yapılmadığı kanaatindedir (bkz.
23. Diğer başvurucular ise verilen süre içinde taleplerini sunarak manevi tazminat yönünden değişen miktarlarda talepte bulunmuşlardır. Çoğunluğu ayrıca maddi zararın yanı sıra yerel mahkemeler ve Mahkeme nezdinde yapılan yasal masraf ve harcamalar için tazminat talep etti.
24. Hükümet, başvurucuların iddialarının asılsız ve aşırı olduğuna itiraz etmiştir.
25. Mahkeme, Turan ve Diğerleri davasında (yukarıda anılan §§ 102-07) belirtilen nedenlerle, maddi tazminat taleplerini reddeder ve talepte bulunan başvurucuların her birine manevi tazminat ve masraf ve giderler ile bu tutar üzerinden alınabilecek her türlü vergi için 3.000 Euro'luk toplu bir meblağ ödenmesine karar verir (ekteki tablonun son sütununa bakınız).
BU NEDENLERLE MAHKEME, OYBIRLIĞIYLE,
1. Başvurulara katılmaya karar verir;
2. Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve 3. fıkralarına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilir olduğunu beyan eder;
3. Başvurucuların tutukluluk emri vermek ve tutuklu tutmak için yeterli gerekçenin bulunmaması nedeniyle Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine karar verir;
4. Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi uyarınca şikâyetlerin esasının ayrıca incelenmesine gerek bulunmadığına karar verir;
5. Başvuranların Sözleşme'nin 5. maddesi uyarınca kalan şikayetlerinin kabul edilebilirliğini ve esasını incelemeye gerek olmadığına karar verir;
6. Tutar
(a) Davalı Devletin, üç ay içinde, haklı tatmin talebinde bulunan başvuranların her birine (ekteki tabloya bakınız) 3.000 Euro (üç bin Euro) ve ayrıca manevi zarar, masraf ve giderlerle ilgili olarak alınabilecek her türlü vergiyi, uzlaşma tarihinde geçerli olan oranda davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere ödeyeceğini;
(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden uzlaşmaya kadar, yukarıdaki tutar üzerinden, temerrüt süresi boyunca Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal borç verme oranına eşit bir oranda artı yüzde üç puan üzerinden basit faiz ödeneceğini;
7. Başvurucuların talebinin geri kalanını haklı tatmin için reddeder.
İngilizce olarak yapılır ve Mahkeme İçtüzüğü'nün 77 §§ 2 ve 3 Kuralı uyarınca 12 Aralık 2023 tarihinde yazılı olarak bildirilir.

Comments